30 Haziran 2016 Perşembe

| Fotoğraf Dersleri 4

Fotoğraf | Işık Nedir? | Fotoğraf Dersleri 4


Fotoğraf: Yalçın Çakır © İstanbul, Esentepe

Fotoğrafa merak salanlar önce sanırlar ki iyi body, iyi lens yani iyi ekipmanla çok iyi fotoğaflar çekilir. Maalesef öyle değil. Nasıl ki en iyi dikiş makinasını alınca iyi terzi ya da modacı olunmuyorsa iyi ekipmanla da iyi fotoğrafçı olunmaz. Tabii ki ekipman çok önemlidir ama önce o ekipmana hayat verecek en önemli kaynağı çok iyi anlamamız, bilmemiz gerekiyor. Nedir o?

Işık...

Hani "Fotoğraf nedir?" diye bir bilene (Google vd...) sorarız ya, İlk yanıta tıklayın 2 kelime çıkar karşınıza;

Yunanca Photos ile Graphos un birleşiminden oluşan Photograph... Yani ilk kelime IŞIK, ikincisi ÇİZGİ. O zaman iyi fotoğraf çekmenin en temel kuralı ışığın ne olduğunu ve onu nasıl kullanabileceğimizi öğrenmek. Çünki ışığı nasıl kullanacağımızı bilmeden iyi fotoğraf çekemeyiz.

FOTOĞRAF VE IŞIK

1IŞIK KAYNAKLARI; 2 tür ışık kaynağı vardır. Biri DOĞAL ışık diğeri YAPAY ışık. Doğal ışık güneşden gelen, yapay ışık ise insan eliyle üretilen kaynaklardan elde edilen ışıktır. Yapay ışığa flash, ampul, led vs. girer. Hangisini kullanırsanız kullanın Photos olmadan Graphos bir işe yaramaz. Yani fotoğraf makinası ışığı toplar ve işlemlerden sonra fotoğraf ortaya çıkar.

Fotoğrafçılıkta ışık kullanımı 4 unsura dayanır. Parlaklık, Yön, Renk, Kontrast. Şimdi bu başlıklara bakalım.



A Parlaklık (Güç)... Parlaklık ışığın yoğunluğunun birimidir. Bu birimi ölçen alete pozometre denir. Pozometre dahili ya da harici olarak bulunur. Dahilisi fotoğraf makinasının içinde bulunan ölçüm hücresi ve işleme sistemi, harici olan da fotoğraf marketlerinde satılan ışık ölçüm cihazı yani pozometredir. Dahili ya da harici ışık ölçerler markaya ve bodye göre farklı isimler alır ve farklı yöntemlerle, hassasiyetlerle çalışır. Dahili ölçüm hücresi ve sistemi ile harici pozometrenin farkı "Ölçüm yöntemleri, hassasiyet sınırları" dır. Bu nedenle profesyonel fotoğrafçıların pek çoğu harici pozometre, flashmetre ve spotmetre ya da üçü bir arada cihazları kullanır.



Fotoğraf: Klas Foto © Çok fonksiyonlu ölçüm cihazı. (Flaşmetre, Pozometre, Spotmetre)

IŞIĞIN ÖLÇÜM MODLARI

Fotoğraf makinası üreticileri farklı dahili ışık ölçümü modları adları kullansa da genelde Bölgesel Ağırlıklı, Merkez Ağırlıklı, Nokta Ağırlıklı ölçüm modları vardır. Bu ölçüm modlarına göre fotoğraf makinası işlemcisi hesaplamalar yapar ve size doğruya en yakın renk, diyafram ve enstantane değerini verir.

Bölgesel Ağırlıklı mod, Genel çekimler için kadrajın tamamını ölçümler.

Merkez Ağırlıklı mod: Aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi kadrajın seçilen orta noktasından ışık ölçümü yapar.

Nokta Ağırlıklı mod; (Spot ölçüm) Portre, makro, ürün vb. çekimlerde de kullanabileceğimiz tek bir noktadan, nokta ölçümü yapar.

Not, Işık ölçüm modları genelde netleme modları ve noktaları ile (AF) karıştırılıyor, siz dikkat edin.Yazarın notu - Yalçın Çakır - Dijital Fotoğraf



Fotoğraf: Işık ölçüm modları © Derleme: Yalçın Çakır

Not, Bir ürün aldığınızda kullanma kitapçığını mutlaka ayrıntılı olarak okuyun. Fotoğraf makinalarında (Eğer sıfır aldıysanız) kutunun içeriğinin tam ve eksiksiz olması gerekir. Ve mutlaka kullanım kitabının da kutuya dahil olması gerekir. Bu kitapda sizin bodynizin poz ölçüm seçenekleri ve buna hangi menülerle müdahale edebileceğiniz de yazmalıdır.Yazarın notu - Yalçın Çakır - Dijital Fotoğraf

B Işığın geliş açısı ve yönü... Çekeceğimiz fotoğrafın türüne ve içeriğine göre belirlenir ama bu tanımlama sizi kısıtllamasın. Portreden manzaraya kadar ışığın gücü, yönü, sıcaklığı, saati, açısı tek tek önemlidir. Stüdyo ışıklandırmaları ise başlı başına uzmanlık konusudur. Stüdyo Işık Teknikleri dersime bakabilirsiniz ama acele etmeyin. Zamanla araştırarak ve deneyerek öğreneceksiniz. Aşağıdaki 4 temel ışık yönünün bile çekim aşamasında onlarca kombinasyonu ortaya çıkar. Aşama aşama ilerleyeceğiz.

Temel olarak 4 yön vardır fotoğraf ışığında.

. Arkadan (Ters)

. Önden (Cephe)

. Yandan (Yanal)

. Üstten (Tepe)



Fotoğraf: Işık yönleri © Düzenleme: Yalçın Çakır

C Işığın renk ısısı... Fotoğraf çekerken hele bir de yeniyseniz başınıza en sık gelecek hatalardan birisi WB (White Balance) yani Beyaz Ayarı konusudur. Artık hemen her DSLR bodyde hazır renk ısısı ayarı modları var. Ama varsayın ki siz evde normal ampul ışığında, led ışıkta, florasan altında ya da gündüz dışarıda, gece sokak lambası yakınında fotoğraf çektiniz. Fotoğrafları bilgisayara aktardınız ama oda ne. Fotoğraflar sapsarı, turuncu, yeşil ya da mavi mi çıktı? Üstelik çekim seçiminiz jpeg. Ve RAW değil... Geçmiş olsun. Delete, çöp... Ya da işte aşağıda bende olduğu gibi yeşerirsiniz, sararırzsınız, kızarırsınız ya da morarırsınız...



Fotoğraf: Yalçın Çakır © Örnek olarak Photoshop'da renklendirilmiştir.

Ne yapmalı o zaman?

En azından en temel renk ısısı bilgisine sahip olmalı ve doğru değerlerle fotoğraf çekebillmelisiniz. Bunun için yanınızda aşağıda sadece örnek olsun diye yayınladığım Renk Skalası ya da Renk Isısı Skalası taşımanıza gerek yok. İşte iki çözüm önerisi;

. Öğrenene kadar Body'nin renk ayarını Otomatikte (AWB) tutun

.. Biraz kurcalayın ve farklı seçenekli renk ısısı modlarını da deneyin (Gün ışığı, Tungsten, Flash Vd...) Yani evde florasan ampulde ya da bildiğimiz akkor olan telli ampulde bodynizdeki renk değerlerini değiştirerek aynı kadrajda birer kare fotoğraf çekin atın bilgisayara, o zaman anlayacaksınız işin rengini.

Nasıl Yaparız; Makinanızı Manuel moda alın. Yapay ışıklı ortamda kadrajı, enstantane ve diyarfram değerlerini değiştirmeden (Doğal olarak tripod'da ya da masa üstü gibi sabit bir yere bodyi koyarak) bir kare Auto WB, bir kare Tungsten, bir kare gölgeli resimli mod, bir kare güneşli resimli mod, bir kare flash resimli mod vd... çekin.

Not, Bu modlar DSLR makinanızın beyaz ayarı menüsünde var. Ama bazılarında açıklama değil de sadece tanımlama ikonları olur. Mesela güneş ikonu, bulut ikonu, flash ikonu vb..Yazarın notu - Yalçın Çakır

Aynı şeyi gün ışında da yapın, daha iyi hakim olacaksınız menülere. Böylece bulutlu hava, güneşli hava, flash ışığı, florasan, tungsten ortamlarında neyi neyle çekerseniz nasıl bir sonuca ulaşırsınız daha iyi anlayacaksınız. Ve bir süre sonra gözünüz daha kadraja gitmeden ortamdaki ışık kaynaklarına kayacaktır, inanın.



Fotoğraf: Renk ısıları © Derleme: Yalçın Çakır

Uyarı, Eğer doğru bir fotoğraf çekimi yapmak istiyorsanız harici renk ısısı ölçer cihazı (Kelvinmetre) satın alabiilirsiniz.. Ama pahalı ve ileri seviye işler yapmıyorsanız size satmaya kalksalar bile önermem. Bunun yerine makinanızın ayarlarına tam hakim olmayı öğrenin. Genel ışık değerlerin bilmeniz ve buna göre renk modu seçmeniz yeter de artar bile. Hatta bazı bodylerde renk ısısı değerini manuel olarak da rakamlarla girebiliyorsunuz.Yazarın notu - Yalçın Çakır



Fotoğraf: Kelvinmetre © Derleme: Yalçın Çakır

Öneri, Bazen çekim sahasında bir kişinin, çekimin ilgi noktasındaki modelin yüzüne beyaz kağıt ya da köpük levha tuttuğunu kameranın başındaki kişininde o beyaz materyale zoom in yaparak ayarlar yaptığına denk gelmişsinizdir. İşte bu Beyaz Ayarı'dır. Yani White Balance. Çekimde renklerin doğru çıkması içn yapılan işlemdir bu. Çoğu DSLR fotoğraf makinesinde otomatik AWB (Beyaz Ayarı) ya da manuel WB seçeneği bulunur. Bunu nasıl yapacağınız ve bodye nasıl ön ayarlar kaydedebleceğiniz de kullanım klavuzunda yazar. Bakmanızı öneririm. Nasıl ki cep telefonlarında her markanın menü düzeni ve yerleşimleri farklı ise fotoğraf makinelerinde de böyle...Yazarın notu - Yalçın Çakır - Dijital Fotoğraf

D Kontrast... Bir fotoğrafta en karanlık yer ile en aydınlık yer arasındaki ton farkına kontrast denir. Ayrıca zıt içerikler de (Mesela renk) kontrast oluşturur. Doğru pozlanmış bir fotoğrafta renk ve kontrast eğrisi de dengeli çıkmalıdır. DSLR makinenizin menülerinde gezerken bir yandan da LCD ekrana bakın. Farklı renklerde eğrilerden oluşan bir grafik ekran karşınıza çıkıyorsa ve o eğriler her fotoğrafda farklı gözüküyorsa doğru yere bakıyorsunuz demektir. Bu konuyu Camera Raw ve Photoshop derslerinde detaylı olarak anlatıyorum.

Konrastta en ideali beyazdan siyaha kadar olan skalada tüm renk tonlarının içinde en azından seçiilebilen farklı tonların bulunmasıdır. Yani beyazın içinde farklı açıklıkta tonlar, siyahın içinde farklı koyulukta tonlar gibi. Bu nedenle bulutlu havalarda kontrast düşük çıkar (filitrelerle oynamadıysanız), güneşli havalarda özellikle de güneş tepedeyken öğlen saatllerinde kontrast yüksek çıkar. Eğer bilerek ve isteyerek tezat oluşturmak amacıyla kontrastı yüksek fotoğraflar çekmiyorsanız bu konuya dikkat edin. Ve mutlaka RAW formatında çalışın. Nedenini RAW derslerinde anlattım.



Fotoğraf: Camera Raw - Yalçın Çakır - Belgrad Ormanı ©

Öneri, Fotoğraf işleme programlarına biraz da olsa hakimseniz (Photoshop, Camera Raw, Lightroom vd...) yukarıdaki grafiği fotoğrafı o programda açtığınızda da görebilirsiniz. Eğer RAW ile çekim yaptıysanız önemli düzeltmeler mümkün olabilir. Bakınız RAW dersleri bölümü.Yazarın notu - Yalçın Çakır



Yani dersi özetlersek;

1- Işık olmadan fotoğraf olmaz

2- Doğru ışık değerleri kullanmadan doğru fotoğraf olmaz.

Sözün özü; "İyi fotoğraf sadece kadrajdaki görüntünün güzelliğiyle değil, bilgiyle ortaya çıkartılabilir... Y.Ç"

Yalçın Çakır - WEB SİTESİ

| Fotoğraf Dersleri 3

Fotoğrafın Kuralları | Fotoğraf Dersleri 3


Manzara fotoğrafları için: TIKLA


Hayatım dayatılmış kurallara karşı çıkmak, kendi kurallarımı kendim oluşturmak üzerine kurulu geçiyor. Bu anlamda ilk gençlik yıllarımda fotoğraf ve fotoğraf sanatında "Kurallar" kelimesi tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. İlk fotoğraf makinem Asahi Pentax Spotmatic oldu.35 mm, doğal olarak filmli, sağlam, tümden manuel bir kasa ve lensler. İlk fotoğraf eylemlerim Etiler'deki okulllarda fotoğraflar çekip, Levent'de bir fotoğrafçıda basıp (Siyah/Beyaz) öğrencilere satmak şeklindeydi. Sonra aynı sitede oturduğum bir ağabeyim (Milliyet Gazetesi foto muhabiri Ali Bostancı) bana araştırma yapmamı söyledi. Sözlerini bugün gibi hatırlıyorum;

"Öyle kafana göre fotoğraf çekimi olmaz. Oku, araştır. Gazeteye gel bir gün..."



Fotoğraf: Asahi Pentax Spotmatic ©

70'li yılların sonuydu bu sözleri duyduğumda. O gün bugündür okuyorum, araştırıyorum. Teknoloji hızla değişse de bazı temel kurallar değişmiyor. İşte o kurallar.

FOTOĞRAFDA KURALLAR

Klasik müzik dinler misiniz? Ya da caz veya Blues... Onlarca müzisyen, müzik aleti, sağlam bir beste ve ortaya çıkan müthiş harman. İşte fotoğrafta temel kuralları da iyi bir fotoğrafın beste, müzisyen ve müzik aletlerini oluşturan bileşenleridir.

1KOMPOZİSYON; Kompozisyon, bir fotoğraf karesindeki öğelerin planı, yerleştirilme ve düzenlenme şekillerini tanımlar. Bir kompoizyonda öğeler düzen ve ahenk içinde olabileceği gibi düzensiz ve karmaşa içinde de olabilir. Komposizyon başlığı altında aşağıdaki unsurlara da dikkat etmemiz gerekir.

Geometri, Fotoğrafda sonuca giderken teknik anlamda (Lensler, yazılımlar vd...) herşeyi yapabilirsiniz. Bir tek şey sadece ve sadece fotoğrafı çekenin kontrolündedir, kompozisyon. Geometri de kompozisyonun en önemli parçasıdır. Örneğin yatay çizgiler sakinlik hissi verirken dikey çizgiler daha dinamiktir. Çapraz ve köşeli çizgiler, görüntüleri ortasından bölerek izleyeni içerisine çeker ve daha çarpıcı etkii oluşturur. Bir fotoğrafa dinamizm, derinlik ve hareket katmak için çapraz ve köşeli çizgileri kullanmak etkili sonuçlar verir.Yazarın notu - Yalçın Çakır - Dijital Fotoğraf



Fotoğraf: Yalçın Çakır © Taksim Meydanı

21/3 KURALI: 1/3 kuralı ya da Altın Noktalar. Yani fotoğrafta dikkat çekilecek, ilgi noktasına mümkün olduğunca uyulması kuralı. Altın noktalar fotoğrafınızı hayali olarak dikey ve yatay üçer parçaya bölen kesişim yerleridir. İlgi merkezini fotoğrafın ortasına değil bu noktalardan birisine yerleştirmek fotoğrafa bakanı resmi araştırmaya iter. İlgi merkezini fotoğrafın ortasına yerleştirmeniz durumunda izleyen kişi ilk olarak bu noktaya bakar ve ilgi fotoğrafın diğer bölümlerine geçmez, bu durum fotoğrafı monotonlaştırabilir.



Fotoğraf: Yalçın Çakır © İstiklal Caddesi

Öneri, 1/3 kuralı manzara fotoğraflarında zor uygulanır, haber fotoğrafçılığında (Saha, eylem, savaş vb...) ise hemen hemen imkansızdır. Siz yine de zamanınız varsa özellikle gezi, anı, mimari, portre vd.. fotoğraflarında uygularsanız faydasını görürsünüz.Yazarın notu - Yalçın Çakır


3ODAK NOKTASI; Odak noktası ya da benim söylemimle fotoğrafta ilgi çektirilecek nokta. Bunun için ARKA PLAN önemli. Dikkat dağıtacak, gözü yoracak, usumuzu gereksiz yere uğraştıracak kadar karmaşık, tıkış tıkış olmamalı. O an kaçacak bir kare değilse acele etmeyin, kadrajdan doya doya bakın ve sonra deklanşöre basın. Zamanla bu yeteneğinizin (ayıklama) kendiliğinden geliştiğini göreceksiniz. Sonradan Camera RAW ya da Photoshop gibi yazılımlarla temizleme iişlemi yapabilirsiniz ama ne gerek var gözünüzü yormaya? SADELİK önemli. Bir şey (obje, canlı, bina vd...) fotoğrafını çekmeniz iiçin sizi uyardı. O şeyin çevresini ya da çevresiyle ilişkisini / bağını kullanarak objeyi öne çıkartabilirsiniz. Yani kadraja girecek çevre o objeyi ön plana çıkartmalı, dikkati o objenin üstüne çekmelidir. Bunun dışında esntantane hızıyla oynayarrak, alan derinliğiyle oynayarak, objenin boyutunu ön planda tutarak ilgi çektirilecek noktayı oluşturabilirsiniz.



Fotoğraf: Yalçın Çakır © Belgrad Ormanı

Öneri, Bol bol fotoğraf inceleyin. Fotoğrafın dallarına göre ayrıştırarak inceleyin. ustaları inceleyin. Taklit etmeyin ama fikir alın. Çok yararlı olacaktır.Yazarın notu - Yalçın Çakır

4 BAKIŞ AÇISI VE LENS; Ben şahsen geniş açı ve ultra geniş açı (Balık GGözü) lenslerin verdiği sonuçları seviyorum. Ancak çekim yaptığınız konu, yer ve ışığa göre lens tercihinde bulunmalısınız. Benim kullandığım ekipmanlları görmek isterseniz lütfen tıklayın. 28 mm ve altı lensler perspektifin etkisini arttırır. 100 mm ve üstü telefoto lenslerse perspektifin etkisini azaltır. Bu aynı şekiide (Diyafram ayarlarıyla birlikte) alan derinliğiyle de doğrudan bağlantılıdır.



Fotoğraf: Yalçın Çakır © Ulaş Fıratlı

Geniş açılı lenslerde netlik sıkıntısı daha azdır, daha fazla şey görürsünüz. Ancak geniş açılı lenslerde objeyi arka plandan kopartmanız, öne çıkartmanız, ilgi odağı yapmanız daha zordur. Örneğin arka planı flulaştırmak isteyeceğiniz bir portre fotoğrafı geniş açı lensle çok zor çekilir. Buna karşın, kompozisyonda ilgi odağı yapmak istediğiniz büyük bir objeyle çalışacağınız zaman geniş açılı lensler çok işinize yarayabilir.



Fotoğraf: Yalçın Çakır © Belgrad Ormanı

5AKTİF ALAN; Hareketli (Hareket eden) bir obje çekiyorsanız o hareket eden objenin yönünü göstermeniz önemlidir. Yani bir otomonil ya da motor yarışı çekiyorsunuz, hareket halindeki arabanın gidiş yönünde kadrajdaki boşluk fazla arka kısımdaki boşluk alan az olmalıdır. Bunu siz bakış açısı olarak değerlendiriyorsanız örneğin portrelerde modelin baktığı yöndeki boşluğun daha fazla olması ideal olanıdır. Ya da bazen örneğin gözleri tam merkeze denk getirmek çok daha iilgi çekici olabilir.


Fotoğraf: Jimmy Nelson © Porte

Öneri, Fotoğrafın Yapısal Öğeleri ve Fotoğraf Sanatında Kompozisyon kitabı. Yazar; Sabir Kalfagil Yayınevi: İlke Kitap.Yazarın notu - Yalçın Çakır

Sözün özü; "Fotoğraf sadece ışıkla çizgiden ibaret değildir, herşeydir... Y.Ç"

Yalçın Çakır - Web Sitesi

| Fotoğraf Dersleri 2

Fotoğrafın Tarihi | Fotoğraf Dersleri 2

Fotoğraf: Theodore Roosevelt

Fotoğraf nedir? Ya da ne değildir?


“Önemli olan kişi, eleştiren, başarısız olan kişinin ne kadar başarısız olduğunu, ya da yapılan işin nasıl daha iyi yapılacağını söyleyen kişi değildir. Övgü, arenada olanlara aittir, yüzleri toz, ter ve kanla lekelenmiş, yürekli bir biçimde çabalayan, sürekli deneyen ve başarısız olan, büyük ideallerin ve adanmışlıkların anlamını bilen ve kendini değerli bir amaç için harcayan, sonunda büyük bir zaferi tadan, yahut başarısız olsa bile, en azından cesurca denerken başarısız olanlara… Bu yüzden, onların yerleri, ne zaferi ne de yenilgiyi bilen soğuk ve yüreksiz ruhların yanında asla olmayacaktır.”

FOTOĞRAF NEDİR?

Girin arama motorlarına, "Fotoğraf nedir?" yazın, yanıtlar birbirinin hemen hemen aynı. Sadece "tarif!.." Yani fotoğraf sadece, Yunanca Photos ile Graphos un birleşiminden oluşan bir kavram mıdır? Yani sadece ışık ile çizgi diye iki kelimeye ekipman bilgilerini de katarak anlatabilir miyiz fotoğrafı? Bence hayır. Bunlar fotoğrafın, fotoğrafçılığın mekanik yanları. Bir de duygu ve eylem yönü var fotoğrafın. İşte bu ikisi olmadan en üst seviye body ve lensleri de kullansanız ortaya çıkan sadece, "Photos+Graphos" olur. Peki ama nedir fotoğraf?

1“Dünyanın her yerinde anlaşılan tek ortak “dil” olan fotoğraf bütün uluslar ve kültürleri bir araya getirerek insan ailesini birbirine bağlar. Başkalarının umutlarını ve umutsuzluklarını paylaşmasına izin verir, siyasi ve toplumsal duruma aydınlık getirir. İnsanoğlunun, insanlığın ve insanlık dışılığın görgü tanığı oluruz”

Öneri, A'dan Z'ye Dijital Fotoğrafçılık Kitabı. Yazar: Chris George Çevirmen: Bala Toprak Yayınevi: İnkılap KitabeviYazarın notu - Yalçın Çakır

2 Sanatın halka dayanma isteği sanatçıların hiç bitmek tükenmek bilmeyen bir temel arzusudur. Adeta bir ütopya. Çünkü sanatta kavrayış gerçek bir emekle çözümleme ister. Ancak halka dayanmayan sanatın yaygınlaşmadığı da sanat tarihinin yaşanmış bilinen gerçeğidir. Fotoğraf sanatı yalnız seyirlik bir sanat olmayıp, geniş kitlelere büyük kavrayış kazandıran bir iletişim büyüsüdür. Halkla iletişim kurma konusunda en yaygın şans çağdaş fotoğraf sanatının olmuştur.

3 Fotoğraf bazen sosyal amaçlı, bazen bilinmeyeni anlatmak, bazense gerçeği kanıtlamak, tanık olmak gibi görevler üstlenmiştir. Fotoğraflar, yaşanmakta olan bir hayat sürecinden alınmış birer görsel andaç gibidirler. Fotoğraf, yalnızca bir sanat değildir; o bir sanat yapıtından çok daha iyi şeyler yapabileceğini hep kanıtlamıştır. Tüketildiği her ortamda, insanların tutum ve davranışlarına etkileri olumlu veya olumsuz yönde olmuştur.

Öneri, Fotoğrafın Tüm Öyküsü kitabı. Ya da ansiklopedisi demem mii daha doğru olur? Israrla tavsiye ediyorum. Alın okuyun.Çeviri: Abbas Bozkurt. Yayın Evi: Hayalperest Yayınevi.Yazarın notu - Yalçın Çakır

4 Bugün photoshop ve benzer programlar sayesinde birden fazla negatiften tek baskı, üst üste bindirme pozlamaları, kolaj ve montaj görünümünde işler ve her türlü rötuş bilgisayar kullanılarak kolaylıkla yapılabiliyor. Ancak en önemlisi, teknolojinin kazandırdığı bu kolaylıklarla birlikte bu aracın nasıl kullanıldığı ve tüketildiğidir. Görselliğin gerçekliğin önüne geçtiği günümüz dünyasında geniş kitleler tarafından her gün tüketilen fotoğrafların, bireyleri yönlendirme, etkileme özelliği fotoğrafın propaganda özelliğini arttırmaktadır.

5 Fotoğraf Sanatı adlı kitabın önsözünde “Boubat’ın deyimiyle ‘Tekniğin batağına saplanmadan rastgele!…’ ” diyor yazar... Fotoğraf, içerik ve biçim olarak değişik unsurlardan etkilenir. (Işık, zaman, fotoğraf makinesi, filmler gibi) Boubat Fotoğraf Sanatı adlı kitabın önsözünde fotoğraftaki yaratıcı insan unsurunu şöyle anlatıyor; “Bana sık sık sorulur; ‘Sizin bahçede, Sizin sokakta’ eklenir: ‘İyi bir makinanız olmalı’ ve çekinmeden itiraf ederim; ‘Sizinkinin aynı’ Nasıl yaptığımı dile getirme güçsüzlüğümden dolayı şaşırdım kaldım. Aslında düğmeye basmaktan öte yaptığım bir şey yok. Fotoğraf yalnızca budur, daha ne olsun? Fakat bu ‘daha ne olsun’ unsurlarının kişilerin ve fotoğrafçının bir an buluşmalarını gerektirir ve bu karşılaşma, keşişme, bir düğmeye basışla durdurulacaktır. Yaratıcısına bağlı olmayan iş yoktur; Her şeyi makine yapıyormuş gibi gelir, oysa aynı konu karşısında, aynı makine fotoğrafa sayısızca değişik anlam verecektir

Öneri, Fotoğrafın Yapısal Öğeleri ve Fotoğraf Sanatında Kompozisyon kitabı. Yazar; Sabir Kalfagil Yayınevi: İlke Kitap.Yazarın notu - Yalçın Çakır

6Fotoğrafta belirleyici olan, makinenın arkasında olan kişi onun dünya görüşü, kullandığı dil ve üsluptur. Fotoğraf sanatı, 164 yılı aşan kısa tarihi içerisinde dünyaya yetiştirdiği büyük ustalarıyla özgün bir dile kavuştu. Fotoğraf “görüp- gösterme, gerçeği görünür kılma, gerçeği kavratma sanatıdır.

7“Fotoğrafı resim gibi bir plastik sanat mı saymalı?” sorumuzdan yola çıkılırsa elle yoğrulabilen her madde plastiktir. Heykeltraşlık, resim gibi şekil verilebilen, istenilen biçimi alan bu sanatlar yüzde yüz plastik sanatıdır. Ancak fotoğraf bu tanıma ne kadar uygundur? Mehmet Bayhan “Artık plastik sanatlar yerine görsel sanatlar denmelidir. Yönetmelikler yeniden düzenlenmeli ve fotoğrafçılıkta bu kurallar içinde yerini almalı” diyor

Öneri, Dijital Fotoğrafçının El Kitabı Yazar: Scott Kelby Yayınevi: Alfa yayıncılıkYazarın notu - Yalçın Çakır

Sözün özü; "Fotoğraf anı, tarihin usuna kaydetmektir... Y.Ç"

http://www.baytan.org/prak/imancer.html

http://www.baytan.org/prak/fsanat.html

Barthes Roland (1996), Camera Lucida, Çev: Reha Akçakaya, İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları.

Bayhan Mehmet (1996), Yazılarla Fotoğraf, İstanbul: Ege Yayınları.

Berger John (1998), O Ana Adanmış, Çev: Yurdanur Salman, M.Gürsoy Sökmen, İstanbul: Metis Yayınevi.

Boubat Edouard (1984), Fotoğraf Sanatı, Çev: M. Nejat Özcan, İstanbul: İnkılap Kitabevi.

Çizgen Gültekin (1998), Fotoğrafın Görsel Dili, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

Derman İhsan (1991), Fotoğraf ve Gerçeklik, İstanbul: Ağaç Yayıncılık.

Fischer Ernst (1995), Sanatın Gerekliliği, Çev: Cevat Çapan, İstanbul: Payal Yayınevi.

Gökberk Macit (1999), Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Greenhill Richard, Murray Margaret, Spence Jo (1992), Fotoğraf Sanatı, İstanbul:Remzi Kitabevi.

Huisman Denis (1992), Estetik, Çev: Cem Muhtaroğlu, İstanbul: İletişim Yayınları.

Kagan Moıssej (1982), Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, Çev: Aziz Çalışlar, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.

Lhote Andre (2000), Sanatta Değişmeyen Plastik Değerler, Çev:Kaya Özsezgin, Ankara: İmge Yayınevi.

Mutlu EroI (1991), Televizyonu Anlamak, Ankara: Gündoğan Yayınevi.

Özkök Ertuğrul (1982), Sanat İletişim İktidar, Ankara: Tan Kitap Yayınevi.

Sontag Susan (1993), Fotoğraf Üzerine, Çev: Reha Akçakaya, İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları.

Timuçin Afşar(2002), Estetik, İstanbul: Bulut Yayınları.

Topçuoğlu Nazif (2000), Fotoğraf Ölmedi Ama Tuhaf Kokuyor, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Tunalı İsmail (1983), Grek Estetiği, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Tunalı İsmail (1983), İfade Bilimi ve Linguistik Olarak Estetik, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Zıllıoğlu Merih (1996), İletişim Nedir, İstanbul: Cem Yayınevi.

TEZLER

Özdemir Beyhan (1996), Fotoğrafik Dil Yetisinin Evrimi Bağlamında Müdahale Sorunsalı, İzmir: D.E.Ü. S.B.E. Yayımlanmamış Doktora Tezi.

Özel Zühal (1998), Kitle iletişiminde Reklam Fotoğrafçılığının Önemi, İzmir: E.Ü. S.B.E. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

DERGİLER

Çetin Özden (1999), Milliyet Sanat Dergisi, Sayı:455, İstanbul..

Ede Nadir (1996), “Polaroid” Fotoğraf Dergisi, Sayı: 9, İstanbul.

İzan Fethi (1999), “Heyk-el” Geniş Açı Dergisi, Sayı:7, İstanbul.

Küçüksayraç Elif (2000), “Sinemanın Fotoğrafı” Geniş Açı Dergisi, Sayı: 11, İstanbul.

Saatçioğlu Handan (2000), “Joris İvens ve Belgesel Sinema” Geniş Açı Dergisi, Sayı:11, İstanbul.

Saatçioğlu Nermin (2000), “Cinayeti Görmek” Geniş Açı Dergisi, Sayı: 11, İstanbul.

Tüfekçi Tunç (2000), “Fotoğrafta Resim Etkileri” Fotoğraf Dergisi, Sayı: 31, İstanbul.

Yalçın Çakır - Web Sitesi

| Fotoğraf Dersleri 1

Fotoğraf Haberleri | Fotoğraf Dersleri 1


Fotoğrafa dair ne arıyorsanız: TIKLA


Ben fotoğraf için "Anın tarihin usuna saklanması, kaydedilmesi" diyorum. Bu daha çok haber fotoğrafçılığı için kullandığım bir tanımlama olsa da fotoğraf gerçekten de bir anı dondurup olduğu gibi saklamanıza olanak tanıyan eşsiz bir buluş.

Eğer fotoğrafla ilgileniyorsanız tarihini az da olsa bilmenizde fayda var. Akademik seviyede (Ben MSÜ GSF Fotoğraf Ana Sanat Dalı'nın ilk öğrencilerindenim) bilgilerle uzun uzun anlatmayacağım. Ama temel bilgileri öğrenmek isteyenler için aktaracağım.

KARANLIK KUTU

Bilinen illk fotoğraf makinası "Camera Obscura" adıylla tanınır. Aydınlanma döneminde Rönesans devri sanatçıları tarafından icat edildi. Özü de şudur; Karanlık bir odanın duvarına bir delik açaranız dışarıda, aydınlık kısımdaki görüntü deliğin karşısındaki duvara ters olarak düşer. Bu yöntemi öncelikle Camera Obscura'nın değişik versiyonları ile ressamlar kulanıyordu.

1 19. yüzyılın başlarında Thomas Wedgwood adlı araştırmacı ilk kez gümüş nitrat kullanarak görüntüyü kaydetti. Ama Wedgwood gümüşün kararmasını engellemeyii başaramadı. Yani reaksiyonu durduramadığı için görüntü bir süre sonra simsiyah oluyordu. Ve farklı yollar denenerek de olsa görüntünün basılı haline ulaşmayı başaran ilk araştırmacı Joseph Nicéphore Niépce oldu. Bu aslında bir litograf baskıydı. Ama aynı zamanda basılı ilk fotoğraftır.



Fotoğraf: Joseph Nicéphore Niépce ©

2 William Henry Fox Talbot,. Fotoğrafla ilgili çalışmalar, netlik, kutu, kimyasallar konusunda hızla sürerken William Henry Fox Talbot, kağıda basılabilen, negatif/pozitifi olan ve çoğaltılabilen ilk fotoğrafı üretiir. Buluşuna Latince Calos'dan gelen Calotype adını verir. Calos, "Güzel" demektir.



Fotoğraf: William Henry Fox Talbot ©

William Henry Fox Talbot sertleştirilmiş kağıdı gümüş nitrat eriyiğine doyuruyordu. Daha sonra kara kutu içine yerleştirip posluyor ardından da tekrar gümüş nitrat eriyiğine sokuyor son olarak da hiposülfat içinde tutuyordu. Daha sonra aynı yöntemle hazırlanmış başka bir kağıda negatif olan bu görüntüyü aktarıp pozitif hale getiriyordu.


William Henry Fox Talbot, 1800'lü yıllarda ilk fotoğraf sergisi ve ilk fotoğraf stüdyosu açan isimdir.Yazarın notu - Yalçın Çakır

3 Maxime Du Camp... Fotoğrafın gelişimindeki önemli isimlerden biirisi de Maxime Du Camp'dır. Ressam, yazar, araştırmacı ve gezgin olan Maxime Du Camp, fotoğrafı da eserleri arasında yoğun olarak kullandı. Ama slında Maxime Du Camp fotoğrafın keşfinin ardından en çok tepki göstereen ressamlardan biirisiydi. Sonunda o da karanlık odayı keşfetmek durumunda kalan sanatçılar kervanına katıldı.



Fotoğraf: Maxime Du Camp ©

4Frederick Scott Archer. İngiliz araştırmacı Frederick Scott Archer cam üzerine sürülen kimyasallarla fotoğraf elde etme becerisinni gösteren ilk mucit oldu. Ve buna "Collodion" adı verildi. Ancak bu yöntemde işlem ışığa duyarlı malzemeyle kaplıı cam kurumadan yapılıyordu. Kurusa camın üzerine kaplanan malzeme bozulabiliyordu



Fotoğraf: Frederick Scott Archer ©

5Dev makinalardan, karanlık oda vagonlarına kadar her yol denendi. 1900'lü yıllara dirmeden önce her fotoğraf araştırmacısı kendi malzemelrini kendisi hazırlamakta, kendi merceğini kendi üretmekteydi. Amerikan içsavaşıyla beraber fotoğraf çekim alanları daha çok dışarıya kayar hale geldi. Örneğin Mathew B Brady tarihin ilk savaş fotoğrafçılarından birisidir.



Fotoğraf: Mathew B Brady ©

6Fotoğrafın makina ve teknik yönlerinin hızla gelişmesinin ardından içerikle ilgili tartışmalar ve geliştirmeler ardı ardına geldi. 1800'lerin sonunda John Curbult selüloit levha üzerine ışığa duyarlı kimyasal madde kaplanmış ilk fotograf filmini üretti. Daha 1900'lere girmeden George Eastman roll film kullanan bir kamera tasarladı. Ardından filimli makinalar, agrandizör, ISO, ASA, DIN, hazır kimyasallar, tanklar... Daha hassas lensler ve sonunda sensörlü makinaların icadıyla bugünlere kadar gelindi.



Fotoğraf: George Eastman - Kodak ©

Sözün özü; "Onlar olmasa fotoğraf da olmazdı... Y.Ç"

Yalçın Çakır - Web Sitesi: TIKLA

| Göçmenlerin Dramı 3

Fotoğraf Haberleri | Göçmenlerin Dramı 3


Daha fazla fotoğraf için: TIKLAYIN

Teknik, taktik, yallah!..


Saatler öğleden sonraya yaklaşıyor. Eylemcilerin arasındaki çocuklar da artık çok fazla koşup oynamıyor. Nedeni ise susuzluk. Ben de dayanamıyorum ama onca insan kavuran güneşin altında aç, susuz beklerken yapacak bir şey yok. Dayanamayacak hale gelince arabanın yanına gidip, arkasına geçip yere çömelerek içiyorum suyu.

Utanıyorum...

Tam o sırada minicik bir bebek yaklaşıyor polislere ve kalkanları eliyle itmeye başlıyor. Polislerden birisi önce başını okşuyor sonra kalkanını bırakıp kucağına alıyor. Ardından gözucuyla amirini kesip çocukla birlikte barikatın arkasına yürüyor. Ben de arkalarından. Ne olacak? Çocuğu nereye götürüyor?

Çevik kuvvet otobüsünün az ilerisinde bir yardım kuruluşunun minübüsü duruyor. Polis kucağındaki çocukla oraya kadar yürüyüp bir şişe su aldı ve çocuğa içirmeye başladı. Başka bir polis beni görünce işaret parmağını salladı;

"Fotoğraf çekme..."

"Neden?.."

"Çekme..."

Sonra da geri getirdi çocuğu ve kucağına aldığı noktaya bıraktı. Kalkanını alıp kaldığı yerden devam etti emir beklemeye. Hayat ne garip ve de ne kadar acımasız. Az sonra emir gelse aynı polis memuru bu kez o çocuğun da aralarında bulunduğu kalabalığa müdahale edilirken verilen emirleri yerine getirecek.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Tek tek ikna çabası

Ankara'dan beklenen haber bir türlü gelmiyor. Saatler ilerledikçe huzursuzluk da artıyor. Bir yandan fotoğraf çekip notlar alırken bir yandan da polisleri gözlüyorum.. Bir hareketlenme var mı? Evet var...

Kırkpınar er meydanındaki taktik bu kez burada devreye sokuluyor. Sivil polisler eşliğindeki tercümanlar grubun içinde lider konumda olanlarla tek tek konuşup geri dönmeleri konusunda ikna etmeye çalışıyor. Ancak ikna olacak gibi gözükmüyorlar, özellikle genç olanlar.

Tam da o anda ardı ardına otobüsler gelip uzak bir noktaya park ediyor. Sivil polisler eşliğindeki tercümanlar bu kez ailelere yöneliyor. İki seçenek sunuyorlar ailelere;

"Sizi Edirne'de yemek, tuvalet ve banyo olanağı bulunan bir yere götüreceğiz..."

"İsterseniz binin otobüslere sizi İstanbul'a gönderelim..."

Maksat yolu açmak. Ve dünyanın basının gözü önünde aralarında çocukların da bulunduğu sığınmacılara müdahaleye gerek kalmadan sorunu çözmek. Anlaşılan o ki, talimat bu yönde. Ankara'nın yaklaşımı, "Dünya seyrederken biz onlara sahip çıktık" yönünde. Bu yaklaşım sonuna kadar burada da zorlanacak, öyle anlaşılıyor.

Ancak direniş öyle kolay kırılacak gibi değil. Grubu yönlendiren 6 - 7 kişi var. Tercüman ve polislerden hemen sonra onlar giriyor bu kez ailelerin arasına. Direnmeye devam ederlerse Avrupa'nın kapılarını açtıracaklarını söylüyorlar bağıra, çağıra. Bazıları Türkçe bağırıyor polislere doğru;

"Ölmek var, dönmek yok..." 

Dayanacak hali kalmayanlar birer ikişer otobüslere yürümeye başlıyor. İstikamet İstanbul. Direncin kırılmaya başladığını görenler gidip polis ve jandarmadan oluşan barikatın önünde yere yatıyor.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Bacak protezi...

Zaman geçiyor, sabırlar tükeniyor. Bu kez daha kalabalık bir grup toplanıyor polis barikatının önünde. İçlerinden birisi bacak protezini çıkartıp polislere doğru sallıyor. Bir başkası Kırkpınar Er Meydanı'ndaki gibi bağırıyor;

"Sen müslim, ben müslim..."

Ancak ne Ankara'dan geçiş izni ne de Bulgaristan ve Yunanistan'dan vize çıkmıyor savaştan kaçıp yürüye yürüye buralara kadar gelen umut yolcularına. Biz de çekeceğimiz kadar fotoğraf çektik. Beklemeye başlıyoruz neler olacağını. Ben bu arada Flash Tv Haber Koordinatörü Süleyman İnce'ye mesaj atıp Edirne'de olayı takip ettiğimi ve isterlerse haber bülteni yayınında bana bağlanabileceklerini bildiriyorum.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Dolaşırken Avni Kantan'la karşılaşıyorum.

"Abi biz iki gündür arabada yatıyoruz. Sen kalacak mısın, dönecek misin?"

"Bilmiyorum. Duruma göre hareket edeceğim."

"Kalacaksan yer açacağım sana..."

Vay be... Kardeşim benim. Sağolasın, var olasın. Saha kardeşliği böyle bir şey. Avni dürüst, çalışkan ve iyi niyetli bir meslekdaşım. Gezi olaylarını izlerken bir akşam İstanbul metrosunu kapattılar yine. Çocuk, genç, yaşlı insanlar gelip gelip Taksim metro girişinde kalıyor. Kapatmak kolay da yolda kalan insanlar ne olacak düşünen yok. Gerçekten de yok. Millet işinden çıkmış yorgun argın eve gidecek ama metrro girişi kapalı. Ne yaparsın. Adam emekçi. Taksiye binecek durumu da yok. Yürü kardeşim. Yürü. Yürrrüüüü...

Vatandaşa muamale bu.

Biz de Avni'yle kalmışız öylece ortada. Üstelik yediğimiz gaz ve gün boyu süren kovalamacadan hem yapış yapış olmuşuz hem de ayak tabanlarımız isyanlarda. Avni o zamanlar Mecidiyeköy'de oturuyor. Ben de sabah eylem izlemek için daha yakın olsun diye Şişli'de bir arkadaşın yanında kalacağım. Ne yapalım. Yürüyelim. Hadi diyoruz... Harbiye, Osmanbey derken ben Şişli'de vedalaşıyorum, Avni devam ediyor yürümeye.

Yürürken konuşuyoruz uzun uzun. Bir kuruma bağlı olmadan yani düzenli bir gelirin olmadan haberden habere koş. Fotoğrafları uluslararası fotoğraf ajanlarının sitelerine yükle. Satılırsa para gelsin. Üstelik gitmediğin haber, girmediğin cephe kalmasın. Ararsın İran'dadır Avni, bir bakarsın bir eylemde karşına çıkmış. Sessiz, abartısız, sakin bir adam... Böyle zor ama öyle büyük bir aşk gazetecilik. Avni'de o aşkı yaşayanlardan.

Ben mi?.. Ben, 40'ından sonra yeniden sahalara dönen Yalçın Abi işte... Bir beklentim olmadan tarihe tanıklık etmenin sevdasıyla usumun açlığını gideriyorum. Dedim ya, gazetecilik bir aşk. Bir kez tutuldun mu bu sevdaya koşar gidersin kadrajın arkasında. Bir de ahkam keseyim, bu sevdaya dair;

Plazalara kadar değil, mezara kadar.

Biz dönelim tekrar Edirne'ye...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Su, pide, otobüs...

Güneş iyice ufuk çizgisine yaklaştı. 1 saat sonra hava kararacak. Lens değiştirip 1.8 f açıklığındaki lensi monteliyorum bodiye. Koca bir günü burada geçirdik. Avrupa hayaliyle yola düşenlerin yüzde 50'si otobüslere bindirilip geri gönderildi. Ama kalanlar direniyor.

İkna politikası sonuç vermeye başlayınca yardımlar devreye giriyor. Polisler saatlerdir susuzluktan perişan olmuş insanlara koli koli su dağıtıyor. Çocuklar neredeyse birbirlerinin üzerine çıkarak kapıyor suları. Yüzlerce şişe su 3 dakikada bitiyor. Ben de susadım acayip ama dedim ya utanıyorum ve polis bana da uzattığı halde alamıyorum o suyu. Sırada gıda takviyesi var. 3 yardım örgütü elemanlarıyla birlikte kalabalığın arasına dalıyor. Kutu kutu pide ve ayran da bir kaç dakikada tükeniyor. Karnı doyan çıkısını toplayıp otobüslere doğru yola çıkıyor. Direniş kırıldı.

Grubun içinden yaklaşık 20 kişi geri dönmemekte ısrarcı. Polis onların çevresini sarıyor. Biz de hareketleniyoruz. Müdahale olur mu? Bu durumlarda saha tecrübesi olan haberciler önce "zet" cileri keserler bakışlarıyla. Zetçi yani gaz bombası atan tüfeği kullanan polisler hareketlenmeye başlarsa müdahale gelecek demektir. Burada zetciler emir bekliyor ama harketlenme yok.

Direnen 20 kişilik grubun içinde çocuklar ve kadınlar da var. Omuzu yıldız dolu bir polis müdürü dalıyor aralarına. Bizi sokmuyorlar. Bağıra, çağıra karşılıklı konuşuyorlar. Ardından önce kadınlar ve çocuklar alınıyor çemberin dışına. Doğruca otobüslere. Kalanlardan direnmeye devam edenler biraz da ite kaka otobüslere bindiriliyor. Polislerden 10 kişiye gözaltı işlemi yapıldığını öğreniyoruz. 2 bebek de ishal teşhisiyle tedavi altına alınmış. Bitti mi? Bitti... Biten ne? Avrupa'ya gitme hayali.

Yavaş yavaş arabaya doğru yürürken geriye dönüp bakıyorum. İnanılmaz bir pislik ve çöp. 



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Televizyona canlı bağlantı

Arabada Avni birkez daha soruyor;

"Abi gidecek misin? Kalacak mısın?"

"Gideceğim Avni... Hastayım zaten. Baksana ateşim ne kadar yüksek..."

Arabadaki arkadaşlardan ikisi daha dönmeye karar veriyor İstanbul'a. → Depo Photos'tan Halit Onur Sandal ile → Avni Kantan kalıyorlar Edirne'de. Önemli bir konuda bağlantı kurmuşlar ve tehlikeli bir işe soyunacaklar. İçim içime sığmıyor. Usum, "Kal. sen de git o işe" diyor ama bedenim, "doğru eve" emri veriyor bana.

Edirne otogarından otobüse bindiğimizde hava iyice karardı artık. Ve telefonum çalıyor. Arayan Flash TV rejisi. Flash TV haftasonu haber bültenini sunan Mustafa Yenigün bana bağlanacakmış. "Tamam" diyorum. Ve Mustafa'nın yayındaki sesi duyuluyor kulaklıktan;

"... Şimdi Flash haber enkırmeni Yalçın Çakır'a bağlanıyoruz... /... Dün toplantı yaptık. Ve aramızdan Yalçın Çakır'ın Edirne'ye gitmesine karar verdik. Şimdi gelişmeleri kendisinden dinleyeceğiz..."

Canım, Mustafam!.. İyi ki yapmışsınız o toplantıyı da enkırmeninizi Edirne'ye göndermişsiniz!.. Mustafa'nın sunumu bitince başlıyorum gelişmeleri aktarmaya.

Eve ulaştığımda farkına varıyorum yorgunluğumun. Ama fotoğrafları web sitelerime yüklemem ve sosyal medyadan duyurmam lazım. Önce duş sonra da fotoğraflarla işlemlerimi bitiriyorum.

Avni arıyor

"Abi vardın mı?"

"Vardım kardeşim... Herşey için çok teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin..."

"Sen de abi..."



Güzel bir uyku çekeceğim. Yarın da dinleneceğim. Edirne'ye görevli gönderildiğimi öğrendim ya!.. Bugünü mesaiden saydım. Eh, bilet paralarını da televizyona yıkarım artık...

Yatağa uzandığımda aklıma bir soru takılıp kalıyor;

"Türkiye onlara kapılarını açmadı mı? Açtı... Neden burada kalmayıp da ölümü bile göze alıp başka ülkelere gitmek istiyorlar?.. Neden?.."

Bu sorunun yanıtını bulmak için denizden kaçışların yoğun olduğu Muğla'nın Bodrum ilçesine gitmem lazım. Karar verdim ilk fırsatta Bodrum... Onu da bir başka yazıda anlatırım...

Hadin, iyi geceler...

Fotoğrafa dair ne ararsanız: TIKLA

| Göçmenlerin Dramı 2

Fotoğraf Haberleri | Göçmenlerin Dramı 2


Fotoğrafa dair her şey için: TIKLAYIN

Önce sınıra gittik


Gazeteci dostlarımla Edirne Kırkpınar Er Meydanı'nda fotoğraf çekiyoruz. Güreşlerin yapıldığı stadyum gibi alanın içi ayrı, dışı ayrı dramlarla dolu. Yüzlerce insan, bebek, çocuk, kadın, erkek yerlere oturmuş bekliyor. Objektifin kendisine yöneldiğini gören gençler parmaklarıyla zafer işareti yapıyor.

Kırkpınar alanında çorba var. Su var. Banyo olanağı ve tuvalet var. Edirne valiliği bu olanakları hazırlamış. İyi bir hizmet ama asıl amaç otoyol üzerinde bekleyen ve Avrupa'ya bağlanan en önemli güzergahı trafiğe kapatanları yani savaştan kaçıp Avrupa'ya gitmek isteyenleri de buraya çekebilmek. Böylece olaysız, müdahalesiz, gazsız, copsuz; bu konuda zaten rezil olmuş dünyaya rezil olmadan otoyolu tekrar trafiğe açmak... Bunu birazdan daha iyi anlayacağız.

Yabancı basının ilgisi de çok yüksek. Hemen her ajanstan foto muhabirleri, editörler var. Televizyon kanalları da gelmiş, anonslar çekiliyor. Detay görüntüler kaydediliyor, en acıklısından... Kimileri canlı yayında.

"Olay yerinden Canlı..."


Anlayacağınız duymayan kalmasın diye medya üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor ama... Aması şu... Dünya medyasının gösterdiği ilgiyi dünya liderleri göstermiyor savaştan kaçanlara... Adamların derdi sınırlarına bir kat daha jiletli tel çekmek. Polisten duvarlar örüp, gelenleri durdurmak ve 3 maymunu oynamaya devam etmek.

Henüz adımlamaya başlamış bir bebek koşarak geliyor yanıma. Dudakları kurumuş sümüklerden gözükmüyor. Ağır bir koku yayılıyor bebeden. Çıplak bacaklarının arasından kakalar süzülüyor... Elindeki görevlilerin verdiği gofretin ambalajını uzatıyor bana. Gofretin yarısı duruyor, yarısını yemiş... Kalanını da bana veriyor.

Bir kenara çekiliyorum avaz avaz bağırmak geçiyor içimden... Gözümün önünden Arap Baharı diye adlandırılan ve yaklıp, yıkılıp, yağmalanan ülkelerin liderleri, diktatörleri geçiyor tek tek... İskambil kağıdı desteleriyle aranan, bulunduklarında linç edilen o şöhretli diktatörlerin, çaresiz ve aç yurttaşları şimdi karşımda duruyor... Ve içlerinden bir bebe bana gofretinin yarısını uzatıyor.

Adiloş Bebe... Başlıyorum Ahmet Arif'in şiirini mırıldanmaya.

"Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü..."


Daha Aylan bebeğin cesedi sahile vurmamış.

Daha sahte cankurtaran yelekleriyle ölüme sürüklenen bebelerin çığlıkları sahil güvenlik botlarında yankılanmamış...

Daha botlarına ateş açılanların ilmek ilmek ölümü yutmalarının seyredildiği günler gelmemiş.

Yani Eylül sıcağında benim tanıklık ettiklerim karada boğulan Aylan bebelermiş!:.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

"Sen müslim, ben müslim..."

Aylardan Eylül ama hava çok sıcak. Ağaç altları çok değerli. Çadırlar buralara kurulmuş. Karton parçaları yatak, gazete demetleri yastık niyetine kullanılıyor. Ara ara gürültüler yükseliyor çeşitli noktalardan. Yöneldiğimizde ortalama 20-30 yaş grubu gençlerin sloganalar atıp, "Open Border" diye bağırdıklarına tanıklık ediyoruz.

Polisin müdahale yapacak gibi bir görünüşü yok. Çevik kuvvet Kırkpınar meydanının dış sınırında gruplar halinde bekliyor. Aralarda çok sayıda sivil giysili polis var. Bazı polis müdürleri Arapça, Kürtçe bilen tercümanlarla topluluğun içinden öfkeli olanları seçip konuşuyorlar.

"Sınır açılmayacak. Beklemeyin.. Otobüslere binin. Sizleri misafirhanelere göndereceğiz. Orada şartlar çok daha iyi..."

"Open Border..."

Tek yanıt bu; "Open Border..."

Kimsenin geri dönme niyeti yok. Bu saatlerde Ankara'da da Başbakan Ahmet Davutoğlu otoyolu trafiğe kapatanlar arasından seçildiği belirtilen temsilcilerle görüşüyor. Ara ara bir haber yayılıyor. Her haber yayıldığında bir heyecan sarıyor kitleyi. Ardından sloganlar yükseliyor.

"Açın kapıları kurtulun bizden..."

"Sen müslim, ben müslim... Aç kapıyı yaaa müslimm..."

"Bulgaristan kapıları açacakmış..."

"Yunanistan sınırı açıyormuş. Sosyalist Başbakan, 'bu insanlık dramına hayır, Alın hepsini içeri' diyormuş...."

Sonra duruluyor herkes. Gözler, kulaklar Ankara'dan gelecek haberde. Hepsi bitik görünüyor. Günlerdir aç, temizlenmeden, yükleriyle yürüyorlardı. Ama eminim ki sınırın açıldığı haberi gelse hepsi canlanacak ve düşecekler yollara. Ancak onlar da biliyor ki, bizim sınırıları açmamız yetmiyor. Karşı tarafın da yani Avrupa ülkelerinin de sınırları açması gerekiyor ki gidebilsinler. Avrupa'dan çıt yok. Tıs yok. Gık yok...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Sınırın sıfır noktası

Avni Kantan, "hadi abi, gidelim" diyor. Savaştan kaçıp Avrupa'ya ulaşmak isteyenlerin trafiğe kapattıkları TEM'e, otoyola gideceğiz. Bakalım orada durum nasıl? Ancak araba ufacık ama binecek gazeteci sayısı 6. Utanıyorum ve Avni'ye dönüp kulağına fısıldıyorum;

"Avni siz gidin ben bakarım başımın çaresine..."

"Olur mu abi öyle şey. Hadi gidiyoruz..."

Koluma girip beni arabanın yanına götürüyor. Ve doluşuyoruz 6 kişi içeriye. → Depo Photos'tan Halit Onur Sandal, Tuncer Ömer Kuşcu, serbest foroğrafçı → Avni Kantan, serbest fotoğrafcı kadın arkadaşımız, Edirne'den gazeteci bir arkadaş ve ben. Çantalar bagaja, bodyler yanımıza tıkış tıkış düşüyoruz yola. İlk durak Bulgaristan sınırı. Orada bir benzin istasyonu ve lokanta var. Sabah kahvaltısı niyetine çorba içeceğiz. Lokantanın işletmecileri beni tanıyor. Hatıra fotoğrafları, muhabbet derken yola çıkacağız. Ama Avnı uyarıyor beni;

"Abi bol su al. Islak mendil al... Gidince anlarsın nedenini."

Usta sözü dinlenir. Dediklerini yapıyorum tek tek. Tekrar doluşuyoruz arabaya.



Fotoğraf: Halit Onur Sandal - Edirne - Haber takibi - 19 Eylül 2015

Asvalt yanar mı? Yanar mış!..

Yaklaşık 20 dakika sonra Edirne sapağında TEM'e ulaşıyoruz. Burası uluslararası yol. Ama kapalı. Savaştan kaçıp Avrupa'ya ulaşmak isteyenlerce ulaşılamaz hale getirilmiş. Yolun ortasına yerleşmişler. Koruma bariyerlerinin yanındaki çimenlere dağılmışlar. Yüzlerce insan. Aralarında çok sayıda çocuk var. Ne alışveriş yapabilecekleri bir yer ne tuvalet ne de duş var buralarda.

Hava sıcak. Çok sıcak. Güneş 5 dakikada bezdiriyor insanı. Üstelik asvalt da yanıyor neredeyse alev alev. Biraz daha ısınsa ayakkabılarımız yapışacak ziftin içine. Öyle yani... Ve burada ilk ihtiyaç su. Ama yok... Suriyeli, Iraklı, Afgan, Lübnanlı, Mısırlı... Yüzlerce insan, yaşlı, genç çoluk çocuk su diye inliyor ama kontrol zincirinin dışına çıkmaları yasak. Hoş çıksalar ve yürüyerek Edirne'ye gitmeye kalksalar, susuzluktan yolda bayılırlar.

Polis ve jandarma yolu boydan boya kuşatmış. Kalkanlarıylla dizilmişler yanyana. Yanlarından geçip yasaklı bölgeye giriyoruz. İnanılmaz ağır bir koku var. Karışım şöyle;

Ter, sidik, bok...

"Bu ne be çocuklar. Hayvan leşi gibi kokuyor burası."

"Yok abi leş değil, bok kokusu...."

"Anlamadım, ne boku?.."


Kokunun nedenini anlatıyor arkadaşlar. Sabah saatlerinde polis yolu trafiğe açabilmek için bir girişimde bulunmuş. İşte o anda eylemcilerden birisi de içi bok dolu bir kavanozu polislerin arasına fırlatmış Patlayan kavanozdan dağılan, sıçrayan boklar polislerin girişimini sonlandırmış ama ortalığı da dayanılmaz bir koku sarmış. İnananıyorum. Bir insan bokunu neden kavanozda biriktirir ki? Çocuklara da soruyorum;

"Bir insan bokunu neden kavanoza toplar?"

Birisi gülüyor;

"Bok bombası..."

Avni cevap veriyor;

"Onu bilmem de iyiki o anlarda burada yoktun abi. Biz mahvolduk. Şimdi dağılmış koku biraz..."

Gazetecilik böyle işte. Gazı da koklatırlar adama boku da...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Yazarın web sitesi: Fotoğraf Haberleri

| Göçmenlerin Dramı 1

Yaralı yürekler


Yazarın web sitesi: Fotoğraf Haberleri


Kapıları, sınırları açtık... Tel örgüleri kaldırdık... Savaştan, bombadan, katliamdan, tecavüzden, haremlerden, kölelikten kaçanlar akın akın Türkiye'ye geldi. Sayı arttı, arttı, arttı... Sonunda kamplar doldu, taştı, sel oldu... Sel tayfuna döndü, tayfun tsunami gibi sınırları ve sinirleri dövdü. Döve döve bebeleri aldı, anaları aldı, babaları aldı savaşsız topraklarda!..

Ama ençok da çocukları aldı gözlerimizin önünden. Kiminin canını kiminin usunu, tümünün de geleceğini... Geriye kalan kuşaklar boyu sürecek bir acının, şiddetin, korkunun kazındığı bebe beyinler...

Ençok onlar yaralandı...

Ençok onları yitirdik canlı canlı...

Ençok onlara acıdık çekirdek çıtlartırken ekranların karşısında...

Taaa ki, Aylan Bebek fotoğrafı çekilene kadar..

Hem savaşın korkunç yüzünü hem de egemen güçlerin ikiyüzlülüğünü ortaya koydu Aylan Bebek fotoğrafı. Tek bir karenin, fotoğrafın gücünü daha iyi ne ispatlayabilirdi?

"O anı, tarihin usuna kaydetmektir fotoğraf" derim genç meslekdaşlarıma. Aylan Bebek fotoğrafı sayesinde emperyalizmin, faşizmin, diktatörlüğün ve savaşın korkunç yüzü de silinmeyecek şekilde kazındı tarihin usuna.

Benim hikayemse karada boğulan Aylan'laradır...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Adiloş Bebem

...

Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...

...
Ahmet Arif


Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Gözyaşınız içinize aktı mı hiç?

Televizyonda haberleri sunduktan sonra attım ortaya karışık beynimi İstiklal Caddesi'ne. Yürüdükçe onlar taklıyor ayaklarıma. Mahşeri kalabalıkta geçip giderken yanlarından çoğunun farkına bile varmadığı, varanların da keyfini bozmadığı mini mini bebeler...

Adiloş Bebeler... Suriyeli Bebeler... Buz gibi parke taşlarını çıplak bedenleriyle ısıtan bebeler... Onlar Suriyeli bebeler. Bilmedikleri, anlamadıkları, anlayamayacakları nedenlerle evlerinden, bahçelerinden, arkadaşlarından, okullarından ve oyuncaklarından kopartılmış bebeler onlar.

Pislik içinde, kire bulanmış ayakları, herşeye rağmen masum masum bakan gözleriyle İstiklal Caddesi'nin "yeni" dilencileri, insanlığın yüzkarası Suriyeli bebeler.

İçim acıyor.

Bir kaç kare fotoğraflarını çekiyorum, sırf belgelemek için. Farkında olmadan Taksim'e ulaşmışım bile. Gerçekten de farkında olmadan Gümüşsuyu'na ilerliyor bedenim. Kendime otobüs firması yazıhanelerinin önünde geliyorum.

Edirne'ye gideceğim.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - İstanbul - Göçmenler - 18 Eylül 2015

Gözyaşları buhar oldu

Neden Edirne?

Dalga dalga Türkiye'ye gelen savaştan kaçanlar Avrupa'ya ulaşabilmek için Edirne'ye yürüyor. Aslında fena halde hastayım. Grip. Yarın da izin günüm. İşim ne Edirne'de? Git evine yat. Oğlum manyak mısın sen? Hem şartlarında pek müsait değil. Harcama paranı...

Yazıhanenin önündeyim. Girdim içeri.

"Yarın sabah en erken Edirne otobüsü kaçta?"

"Türk müsün?"

"Anlamadım?"

"Yani abiii... Suriyelilere bilet satmıyoruz. Yasak."

"Ne yasağı be kardeşim?"

"Valilik yasakladı abi. Edirne'ye sadece Türklere bilet var..."

Görevli konuşmanın içeriğinin saçmalığını anlamış olacak ki susuyor.

"Sabah 7'ye bilet keseyim mi?"

"Kes..."

Verdim parayı aldım bileti.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Sabah saat 05:00. Esenler Otogarı'na ancak taksiyle gidebilirim. Metro saat 06:00'da işlemeye başlıyor. Beklersem yetişemem. Edirne bilet parası kadar parayı bayılıp biniyorum taksiye. Ne kadar lens varsa aldım. Bir de body. Hadi bakalım. Otobüs firmasının yazıhanesini bulup başlıyorum beklemeye. Alışkanlık ya çevreyi gözlemliyorum.

1.5 saatlik bekleme süremde en az 30-40 kişi gelip Edirne'ye bilet soruyor. Aralarında yalvaranlar, ağlayanlar var. Hepsi de sığınmacı. Ama yok. Asla ve kesinlikle bilet satmıyorlar Türk olmayanlara. Hale bak...

"Yassah gardaşım..."

Türkçe bilen bir tanesine sokulup soruyorum;

"Ne yapacaksın Edirne'de?"

"Avrupa'ya gideceğim. Sınırı açacaklarmış... Biletini bana satar mısın?"

"Yok kardeş. Ben Çorlu'ya gidiyorum..."

"Olur... Kaç lira?.."



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Open Border...

Edirne'ye ayak bastım. İyi de nerede bunlar? Nasıl bulacağım? Savaştan kaçıp Avrupa'ya ulaşma umudunda olanlara ben nasıl ulaşacağım? Çıkartıp cep telefonumu bir kare selfie çekiyorum. Ve sosyal ağlarda paylaşıyorum fotoğrafla mesajımı.

"Edirne'deyim..."

5 dakika geçmiyor telefonum çalıyor. Arayan, → Avni Kantan. Çok değer verdiğim dostum, kardeşim serbest haber fotoğrafcısı. Ne badireler atlattık aynı cephelerde onunla... Gazdan, taştan, mermilerden kaçtık. Soluk soluğa selamlaştık çoğu zaman.

"Abi naber?"

"İyiyim Avnim... Sen nasılsın?"

"Edirne'deyim Yalçın abi. Kırkpınar Er Meydanı'na gel hemen. Bekliyorum seni."

"Tamam kardeşim. Geliyorum..."

Sordum, soruşturdum ve şehiriçi otobüslerin yerini bulup bindim otobüse. Şoför beni bir sapakta indirdi.

"Şuradan sağa doğru yürüyün. Karşınıza bir köprü gelecek. Onu geçin, oradasınız..."

10 dakikalık bir yürüyüş. Sağım, solum Günebakan (Çekirdek) tarlası. Sarı, beyaz acayip kareler. Fotoğraflarını çekmek istiyorum ama ya Avni'yi kaçırırsam. Acele ediyorum. Ve adrese ulaştım. Acayip bir kalabalık ve kargaşa.


Yağlı güreş alanında, yiğitlerin güreştiği her yer savaşla güreşenlerle dolu. Avni koşarak ve de adımı bağırarak yanıma geliyor. Sarılıp, kucaklaşıyoruz. Beni arkadaşlarının yanına götürüyor.

"Vayy Yalçın abi..."

Çocukların hepsi serbest haber fotoğrafcısı. Ve Türkiye'nin ya da dünyanın önemli haber fotoğraf ajanslarına çalışıyorlar.



"Arkadaşlar Edirne'ye yürüyenler nerede? Polis yollarını kesmiş.."

"Abi gideceğiz birazdan yanlarına. Buraya çok uzak. Bizimle gel. Arabada yer var."

"Sağolun. Var olun..."

Ben izin alıp başlıyorum er meydanını gezmeye. Karşıma 2 çocuk geçiyor. Fotoğraf makinemi işaret edip parmaklarıyla deklanşöre basar gibi yapıyorlar. Fotoğraflarını çekmemi istiyorlar ve tişörtlerini çıkartıp poz veriyorlar. Göğüslerine kalemle yazı yazılmış.

"Open Border..."



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015

Fotoğraf Haberleri: Fotoğrafa dair her şey için