Bu Daha Başlangıç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bu Daha Başlangıç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2016 Perşembe

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 14

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 14

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 14. Bölüm

Taksim Şehitleri Parkı



9 Temmuz 2013 – Salı…

Sabah yayından sonra yine Taksim’ e gittim. Fotoğraf sanatçısı Ali Öz’le karşılaştık. Taksim Dayanışması’nın basın toplantısına gidiyordu. “Parkta buluşuruz” dedim. Önden gidip fotoğraf çekmek istiyordum. Parkın ortasındaki büyük havuzun oradaki merdivenlerin başına bir afiş asılmıştı.

“Taksim Şehitleri Parkı – Hoş geldiniz – 1977 / 2013”

Afişin hemen altında merdivenlerin başında bir koltuk. Koltukta da suratından yaralanmış ve burun bölgesi bandajlar içinde bir genç oturuyordu. Belediye ekipleri hala çalışıyor, çiçek dikip, büyük saksılar içindeki ağaçları yerleştiriyordu parka. Banklarda, yerlerde uyuyanlar vardı. Park sıfırdan, yeniden yapılmış, süslenmişti.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 09 Temmuz 2013

Basın toplantısından sonra sloganlar atarak geldi, Taksim Dayanışması üyeleri. Yürüyerek parkı dolaşıp, havuzun yanında asılı afişin altında basın açıklaması yaptılar. Mücadeleye devam edilecekti. Grup dağıldı. Çimenlerin üzerine konulan taşlara sprey boyayla isimler yazılmıştı. Ben de son kare fotoğrafımı çekip, çıktım parktan.

“Mustafa Sarı / Rahmet eylesin”

“Ethem Sarısülük / Ölümsüzdür”

“Abdullah Cömert / Ölümsüzdür”

“Medeni Yıldırım / Ölümsüzdür”

“Mehmet Ayvalıtaş / Ölümsüzdür”



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 19 Temmuz 2013

Devamı yayınlanacak...

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 13

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 13

Bitmeyen gece!..



16 Haziran 2013 – Pazar… Eylemlerin 21. Günü

Gezi Parkı boşaltıldı. Ortalık savaş alanı. Heryer duman, gaz, su... Saat gece yarısına yaklaşıyor. Artık yavaş yavaş 16 Haziran 2013 gününe giriyoruz.

Sokak aralarında, cadde üzerinde yer yer çatışmalar sürüyordu. Bir ara Sıraselviler’e çıktım aralardan. Polisler yolun üzerindeki konsolosluğun yanındaki iş hanına kaçanların peşindeydi. Kapıyı açtıramayınca üzerindeki tahta işlemeleri vura vura kırmış ve açılan deliklere ancak sığan tüfeklerinin namlularını uzatmış gaz bombası atıyorlardı içeri.

O binaya sığınan arkadaş anlattı sonradan. Polis gaz sıkmaya başlayınca içeri kaçmışlar. Yanında bir de engelli genç varmış. Polis içeri gaz bombası sıkınca en üst kata kadar çıkmışlar. Yarım saat kadar bekledikten sonra aşağı inip dışarı çıkmışlar. Çiçek Bar'ın köşesindeki polislerle tartıştıktan sonra geçmelerine izin verilmiş.

Sıraselviler’in girişinde soldaki ilk sokağın başındaydım. Kazancı Yokuşu'na bağlanır o sokak. Eylemciler ara ara kafalarını gösterip slogan atıp geri çekiliyorlar. Eski Maksim Gazinosu önünde bekleyen polisler gaz bombası attılar tüfekten. Sokağa kaçtım bende. Gaz bombası hemen yandaki otelin girişine düşmüştü. Yavaş yavaş geri dönüyordum. O sokağın merdivenleri rezalettir. Tam son basamağa gelip kafamı sağa döndürdüm ki, TOMA karşımdaydı. TOMA’nın su sıkacağını çıkarttığı sesten anlarsınız eğer eylemlerde çok bulunmuşsanız. Ve duyduğum ses basınçlı suyun geleceğini anlatıyordu. Ah ulan, aklıma o afiş geldi;

“Orama Toma. Burama To…”



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 16 Haziran 2013

Suyun çıktığını gördüğüm anda arkamı döndüm. Direk üzerime sıkmıştı. Kıçımın üzerinde kayıyordum aşağıya doğru. Sonra bir daha bastı suya içindeki muhterem arkadaş. Kazancı Yokuşu'nun üst girişindeki Caminin oraya kadar kaya kaya inmiştim. Ayağa kalktım, sokağın başında duruyordu TOMA. Paçalarımdan su akıyordu. Elimi kaldırıp işaret parmağımı salladım.

“Yeter be. Yeter… Yeter…”

O sırada bir eylemci belime sarılıp çekti beni kenardaki inşaatın yanına. Çevik kuvvet yukarıdan ardı ardına 2 gaz bombası kapsülü atmıştı. Geri döndüm, The Marmara’nın yanından yukarı Taksim’e. Ama batmıştım. Tekrar İstiklal’e girdim. O sokak senin, bu sokak benim görüntüleye, görüntüleye Galatasaray. Oradan direkt aşağıya, Kasımpaşa. Kasımpaşa’yı boylu boyunca geçip Dolapdere’den yukarı. İnanılmaz geliyor di mi?

Ama böyle... İnsan koştururken yorulmuyor. Durunca yoruluyor böyle ortamlarda. Yollarda barikatlar vardı. Şişli yönüne doğru ilerliyordum. Her tarafta ateşler yakılmıştı. Sokaklar ve ana cadde tıklım tıklımdı. Şişli Zabıta müdürlüğü önünde bir de baktım Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün özel kaleminden bir arkadaş.

“Aaa, Yalçın abi ne oldu sana böyle?”

“Islandım azıcık. Başkan mı burada?”

“Evet yukarıda. Gel seni çıkartayım yanına.”



Fotoğraf: Özay Özgüler - Taksim, Gezi Parkı 16 Haziran 2013

Twitter'den küfürler

2 kat üstte bir odadaydı Mustafa Sarıgül, camdan dışarıyı izliyordu. Ve bir yığın insan vardı odada.

“Başkanım Yalçın abi geldi.”

“Ooo kardeşim benim”

Sarılmaya kalktı.

“Başkanım hiç öpmeyin. Sırılsıklamım.”

Şaşırmıştı Sarıgül halimi görünce. Hemen bir iskemle getirtti. Soğuk su söyledi.

“Ne bu hal Yalçın. Eylemden mi geliyorsun?”

“Evet başkanım. Taksim’den geliyorum. Döneceğim yine.”

Uzanıp alnımdan öpmüştü, hiç beklemediğim bir anda. Islanmış, tozlanmış, yorulmuş, gaza bulanmıştım.

“Hadi başkanım size doyum olmaz.”

“Nereye gidiyorsun?”

“Taksim’e. Devam…”

“Dikkat et kendine. Bir şey olursa ara.”

“Tamam başkanım, siz de…”

Koşarak indim aşağıya. Önümüzden 3 minibüs geçti. Üzerlerinde “AKUT Arama Kurtarma” yazıyordu. İçleri kırmızı renkli kıyafet giymiş insan doluydu. Durum buydu yani, 15 Haziran 2013’ü, 16 Haziran 2013’e bağlayan gece. Harbiye’de sokak sokak çatışıyordu polisle eylemciler. Caddeler yakılmış barikatlarla kapalıyıdı. Divan Oteli’nin yanından karşıya geçip Habertürk binasına geldim. Eski kayınbiraderim Erhan Fıratlı bekliyordu. İstiklal’de bir restoranda görev yapıyordu Erhan. O da çıkamamış bu saatlere kalmıştı. Oradaki bir kafeye oturduk. Eski eşim ve kızım bizi almaya geleceklerdi. Arkadan hala gaz, sloganlar ve ara ara patlama sesleri duyuluyordu.

Sabah karşı eve ulaştığımda her yerim ağrıyordu. Ama daha acı sürprizle fotoğrafları bilgisayara aktarırken karşılaşacaktım. CF kartlardan birisini okumuyordu bilgisayar. Daha doğrusu hiç görmüyordu. Çantayı korumuştu özel kılıfı ama pantolonun cebinde ıslanmıştı CF kart. Çalışmıyordu. Diğer karttaki görüntüleri aktarıp web siteme ekledim sıcağı sıcağına notları da günlüğe yazdım.

Twitter’a girdiğimde özellikle 2 kişinin ağır küfürlü masajları vardı, engellemeden önce yanıt yazdım;

“Bakın sabah ezanı okunuyor. Bana küfür edeceğinize dua edin de kimse ölmesin.”



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 15 Haziran 2013

Gençler öldürülüyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün (16 Haziran 2013) Kazlıçeşme’de miting düzenleyecekti, Melih Gökçek meydan okumuştu eylemcilere. Vs, vs, vs… Gün ışırken koltukta sızmışım.

Ülkede hayat normale, eylemler anormale dönmeye başladı. Duran adam çıktı herkes şaşırdı. Bikinili kadın çıktı herkes daha da şaşırdı. Duran adam eylemi, oturan, uzanan, yatan, düşen adama dönüştü. Su savaşı ve LGBT yürüyüşünün arasına Karanfilli anma eylemi ve BDP’lilerin Cizre’de öldürülen genç için yaptıkları yürüyüş karıştı. Yeni ölüm haberleri geldi ardı ardına. Ankara’da Ethem Sarısülük polis kurşunuyla, Eskişehir’de 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Aliş sivil adamlarca dövülerek katledildi.

Her cumartesi gaz günüydü artık. Taksim’de buluşuyor gece yarısına kadar kaçma, kovalamaca içinde fotoğraf çekiyorduk. Yine yaralanmalar, yine şiddet. Taksim’e giriyor, Gezinin çevresinde dolaşabiliyorduk. Ama Gezi Parkı’na çıkamıyorduk. Yasaktı. Yaklaşmaya kalkana yine gaz, yine cop.

6 Temmuz 2013 Cumartesi…

Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla Taksim’e çıkmıştı eylemciler. Mahkemenin, Taksim ve Gezi ile ilgili aldığı tüm işlemlerin durdurulması kararıyla parka gireceklerdi. Ama meydana çıkmalarına bile izin vermedi polis. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin saatlerce tartıştı polisle. Ancak izin yerine gaz geldi, plastik mermi geldi, tazyikli su geldi. Polisler milletvekili falan dinlememiş Tekin dahil kim varsa saldırmıştı. Halk Tv muhabiri bayanın çürümedik yeri kalmadı gözaltına alınmak isterken. Gürsel Tekin yaralandı, CHP İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı polisten küfür işitti, itildi, hırpalandı. Talimhane’de palalı bir adam önüne gelene saldırdı.

Ben de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Ana Sanat Dalı’ndan dönem arkadaşım Özcan Yaman’la birlikte fotoğraf çekiyordum. İstiklal caddesinin ara sokaklarından çıkan eylemciler polisle çatışıyordu. En şiddetli çatışma Galatasaray Meydanı’ndaydı. Bir ara ortalık sakinleşti. Özcan bana seslendi;

“Gel şu sokağa girelim. Aşağıda müdahale var.”

“Ya Özcan ne zaman bir sokağa girsem arada kalıyorum. Emin misin?”

“Gel sen, gel…”

Özcan benim kıyıdan kıyıdan yürüdüğümü görünce seslendi;

“Öyle saklanırsan yersin gazı. Ortadan yürü. Saklanma.”

Girdiğimiz sokak tam Nevizade’ye çıkıyordu. Sokağa müdahale ediyordu polis. Bir akrep de girişini kapatmıştı. Akrebin üzerindeki polis sürekli plastik mermi sıkıyordu sokağa. Arkadan gelen çevik kuvvet polisleri de gaz bombası atıyordu. Özcan koştu daldı sokağa. Ben arkada kalmıştım. Sloganlar atılıyor, insanlar çatal, kaşık, tuzluk hatta masalardaki mezeleri fırlatarak kendilerini savunuyordu. Ben de girdim sokağa. Savaş alanı gibiydi. Polis yemek yiyen, sohbet eden insanların üzerine gaz bombası ve plastik mermilerle saldırmıştı ama ummadıkları bir direnişle karşılaşmışlardı. Kim varsa üzerine yürüyordu polisin. Bir kadın yaralanmıştı lokantalardan birinde, başından akan kanı siliyorlardı peçeteyle. Genç bir bayan avaz avaz bağırıyordu.

“Neden? Neden? Ne istiyorsunuz bizden?”



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 06 Temmuz 2013

Akrep'den müzik yayını!..

8 Temmuz 2013 – Pazartesi…

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, emniyet müdürü Hüseyin Çapkın öğleden sonra birlikte parkı açtılar. Genç bir bayan, konuşmasının uzunluğu ve içindeki tekrarlarla neredeyse baygınlık geçirten Vali Mutlu’ya bir soru sordu;

“Eşimle öpüşebilecek miyim.”

Vatandaş parka girdi. Ancak saat tam 15:00’de yine kapatıldı park. Polisler vatandaşları parktan çıkartırken yaşlı bir teyze polislere aynen şöyle diyordu;

“Evladım, aç kapa, aç kapa musluk mu bu?”

Polis, Taksim Dayanışması’nın Gezi Parkı’na girmesine izin vermemişti. Müdahale oldu. Polisin müdahalesinde çok sayıda vatandaş yaralandı. Artık kanıksamış çok önemli bir an değilse fotoğraf bile çekmiyorduk. Keyfe, kafasına göre gaz atıyordu polis. İstiklal Caddesi’nde AK Sanat’ın orada sağa sola bakınırken birden müzik yükseldi. Nereden geliyor derken, bir akrebin (Polislerin kullandığı ufak, zırhlı araç) hoparlöründen yükseldiğini söylediler. Çözemedim müziğin kaynağını ama gevşeyivermiştik bu gergin ortamda.

Kendime geldim geleli dostlar
Olamam kimseye düşman
Bi şüphem yok kefenim sağlam
İçerim ben bu akşam

Sesleri duydum duyalı dostlar
Yola çıktım yeni baştan
Acelem yok hedefim sağlam
İçerim ben bu akşam
İçerim ben bu akşam

Bir yandan müzik çalıyor diğer yandan gaz bombası yağıyordu ara sokaklara. Çok sayıda eylemci gözaltına alındı. Taksim Dayanışması üyeleri İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Mücella Yapıcı, Erkan Baş, Ongun Yücel, Ender İmrek, Süleyman Solmaz, Beyza Metin, Akif Burak Atlar ve Haluk Yüksel’de gözaltına alınanlar arasındaydı.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 06 Temmuz 2013

Ve gece saat 23:00 gibi tam da biz televizyonda mesaiye başlamışken tekrar açıldı Gezi Parkı. Sabaha kadar doldu park. Yüzlerce kişi şölen yaptı adeta.

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 12

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 12

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 12. Bölüm

Gezi nasıl boşaltıldı?

15 Haziran 2013 – Cumartesi… Eylemlerin 20. Günü

1- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’nın Sincan ilçesinde dün düzenlenen “Milli İrade'ye Saygı” mitinginde “Taksim Meydanı boşaldı, boşaldı; yoksa güvenlik güçlerimiz orayı boşaltmasını bilir” demişti.

2- Vali Hüseyin Avni Mutlu gece sabaha kadar eylemcilerle görüşmüş, “Pazar sabahı birlikte kahvaltı yaparız parkta” demişti.

3- Taksim Dayanışması bileşenleri tarafından alınan ortak karara göre direnişin sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdürüleceği, park ve çevresindeki diğer çadırların, flamaların ve bayrakların indirileceği belirtildi.

4- Saat 16:00’ya gelindiğinde bazı afişler indirildi. Birkaç çadır söküldü. Ayrıca Gez Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatların bir kısmı temizlendi.

5- Saat 17:00… Polis anonslara başladı. Parkın boşaltılmasını aksi takdirde müdahalenin başlayacağını duyuruyordu.

6- Saat 20:30. Parkın alt tarafında Ceylan Otel’e yakın noktada bir yandan polisin yaptığı anonsları dinliyor bir yandan da parka bakıyordum. İnanılmaz bir uğultu vardı parkta. Her yandan sloganlar atılıyordu. Taksim’den patlama sesleri yükseliyordu. Gaz da geliyordu ama uzaktan. Koşarak gelenler İstiklal caddesi girişinde polisin göstericilere gaz bombası attığı ve Taksim’e girmelerine engel olduğunu, çatışmaların sürdüğünü söylüyordu.

7- Saat 20:35. Çok sayıda çocuklu aile var. Eylemciler onlara gitmelerini söyledi. Toplanıp çıkmaya hazırlanıyorlardı parktan. Çıkanlar da oldu. Slogan ve koşturanların arasından yavaş yavaş yukarı doğru yürüyordum. Hemen herkes maskesini takmış, operasyon olur mu, olmaz mı konusunu konuşuyor, hazırlık yapıyordu olası bir baskına karşı. Oysa polis açık açık söylüyordu;

“Çıkın yoksa geliyoruz.”

8- Saat 20:40… Parkın girişine kadar yaklaştım. Polisler yan yana dizilmiş, kalkanları önlerinde bekliyor. 2 TOMA çapraz şekilde yaklaşmıştı ve yönlerini parka çevirmişti. Önde 5 ya da 6 tane omuzlarındaki tüplerden gaz püskürten polis vardı. Hemen arkasında gaz bombası atan tüfekleriyle zetçiler. Daha arkada 50 ya da 60 tane çevik kuvvet polisi. Merdivenlerin yanlarında da sivil polisler bekliyordu. 2 tanede ambulans gördüm. Daha uzakta da 1 kamyon. Polislerin tamamı, siviller dahil gaz maskelerini takmıştı. İstiklal caddesinin girişinde gaz bombaları patlıyordu. Polislerden bazıları alanda kalan afişleri zıplaya zıplaya yakalayıp indiriyordu. AKM’ye 2 Türk Bayrağı ile ortasına Atatürk posteri asılmıştı.

Merdivenler ile sol ve sağ taraf eylemci doluydu. Anıtın çevresinden kaçanlar Harbiye ve Talimhane arasından taş ve slogan atıyordu. Hava henüz kararmamıştı. Merdivenlerim sağında, ortada kocaman bir afiş vardı. “Bize gücün yetmez” diye yazıyordu üzerinde. Taksim’de 4 bir yanda müdahale vardı. Panzerler ve polisler de yavaş yavaş Geziye çıkan merdivenlere yaklaşıyordu. Yanımda benim gibi olanları izleyen serbest fotoğrafçılık yapan arkadaşıma, “Müdahale geliyor. Dikkat et kendine” dedim. Güldü ve “girsinler biz de olanları çekeriz” dedi. Zaten çekiyorduk olanları.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013

9- Saat 20:50 Gezi Parkı’na müdahale başladı. Panzerler parkın merdivenlerinde bekleyenlerin üzerine su sıkmaya başladı. İnsanlar sağa, sola ve parkın içine kaçıyordu. Polisin anonsları, siren sesleri, sloganlar vardı. Otobüs duraklarının arkasındaki koridordan bir TOMA su sıka sıka olduğumuz noktaya geliyordu. Antikapitalist Müslüman grubunun olduğu yerdeki paravanı siper etmiş eylemcilere turuncu renkli basınçlı su sıkılıyordu. Eylemcilerden birisi yere düştü. Kalkamıyordu. Panzer doğrudan ona yöneldi ve ardı ardına su sıkmaya başladı. Diğer eylemciler çocuğun durumunu görmüş üzerinde, “Müslümanlığından Utan” yazılı metal paravanı çekerek siper yapmışlardı. 40 kişi kadar çevik kuvvet polisi merdivenlere doğru koşmaya başladı. Parkın yan tarafından gelen bir grup eylemci havai fişek ve taş atmaya başladı aşağıya. Bunun üzerine gaz bombası yağmaya başladı parkın üzerine. İnsanlar içeri kaçıyordu. Biz parkın içinde bir grup gazeteci de dışında olayları görüntülemeye çalışıyorduk bu kargaşada.

10 - Saat 20:55. Yanda toprak kısımdan atlayıp caddeye inenler Harbiye ve Tarlabaşı yönlerine koşuyordu. Ve polis koşarak, bomba ata ata merdivenleri tırmandı. İlk olarak solda,”Apocular”, “PKK” yazılı afişlerin bulunduğu bölüme daldı polis. Ardından hızla içerileri girdiler. Dört bir yandan gaz bombası atıp su sıkıyorlardı. Kaçabilenler şantiye bölümüne atlıyor yola çıkıyor orada da gaz ve suyla karşılanıyordu. Konteynerlerin arası da beyaza bürünmüştü. TOMA’lar daha fazla ilerleyemiyordu o anda 2 akrep girdi araya ve hızla parkın içine daldı.

11- Saat 21:00. Çevik kuvvet parka girmişti. Eylemciler de yunus heykelli havuza yakın bir noktada tam karşılarında duruyordu. “Polis dışarı” sloganları başladı. Polisler durmuş, eylemciler yanlarına kadar gelmiş ve parktan polisin çıkmasını istiyordu. Aşağıya doğru koşmaya başladım. Parkın Divan Otel yönünü de görmek istiyordum. Tam, “Çapul Bostan”a yaklaşmıştım ki, gaz bombalarının dibimize düştüğünü gördüm. Kaç dakika sürmüştü? En fazla 5 dakika, parka tamamen girmişti çevik kuvvet. Divan Otel gözükmüyordu gazdan. Abartmıyorum. Girişi ve neredeyse ilk 3 katı gazın içinde kaybolmuştu.

12- Saat 21:15... Gaz bombaları birden bire kesildi. Arkama döndüm, parkta sadece polis, alev ve duman vardı. Ama parkın çıkışlarında tekme tokta, yumruk, kavga başladı. Bazı eylemciler göğüs göğse direniyordu. Ama copu yiyen düşüyor, kalkmaya çalışırken arkadaki polisin tekmeleriyle bir daha düşüyordu. Çığlıklar, patlama sesleri, sloganlar… Gaz bombaları tekrar atılmaya başşladı. Kaçabilen kaçtı, kaçamayan yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Divan Otel'in önünde tam bir savaş görüntüsü vardı. Ben de merdivenlere yöneldim ama 2 polis coplarını kaldırmış üstüme doğru koşuyordu. Tam tersine Ceylan Otel yönüne döndüm. Gücüm yettiğince koşuyordum.

“Gel lan buraya... O... Çocuğu..."”



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013

Aç bacaklarını, bakayım!..

Arkamdan küfür yağıyordu. Bana mı yoksa başka kaçanlara mı bilmiyorum. Tam bir panik ve kargaşa vardı. Kendimi hızla Ceylan Otel’in girişine attım. Bu arada gaz bombalarından göz gözü görmez, nefes alınamaz olmuştu yine. İTÜ yönünden de taş atılıyordu polislere doğru. Tam Ceylan Otel’in köşesinden yukarı dönerken üstüme doğru koşarak gelen 10 -15 kişilik çevik kuvvet polisiyle karşılaştım. İlk gelen polis kalkanıyla öyle bir çarptı ki, sağda çimenlerin içine yuvarlandım. Toparlandım. Başımın sağ tarafında inanılmaz bir sancı vardı. Sanki içeri tornavida sokuyorlardı. Çimenlere oturdum. Darma duman olmuştum. Makinem boynumda çantam sırtımdaydı ama aklım objektiflerdeydi.

Onlara bir şey olmuş muydu? Başımın ağrıyan yerine elimi bastırırken solumdan gelen ağlama ya da inleme sesine döndüm. En fazla 20 yaşlarında bir kız çocuğunun dudağının kenarından kan akıyordu. O sırada üzerlerinde polis yazan yelekli sivil 4 adam geldi koşarak. Hep bir ağızdan bağırıyorlardı.

“Yat yere, yat. Kıpırdama. Ellerini uzat. Aç bacaklarını bakayım...”

Yüzükoyun uzanmıştık çimenlere. Baktım kız yalnız değil. 3 genç daha var az ilerimizde. Kız bağırıyordu; “Faşizme geçit yok.” Oğlanlardan, “tıs” yok. Öylece, sessizce kuzu kuzu yatıyorlardı yerde. Kız daha çok bağırınca tepesine çöktüler. Polisin biri ayaklarıyla vurarak zaten açık olan bacaklarımı iyice sağa sola germemi sağladı.

“Gazeteciyim…”

“Konuşma. Sus. Ellerini ensene koy...”

Elleriyle yoklaya yoklaya üstüm arandı. Bir yer hariç nerem varsa dokunmuşlardı. “Ayağa kalk, ellerini ensene koy” dedi biri yine. O sırada fotoğraf makinemi görmüştü.

”Gazeteci misin?”

“Evet gazeteciyim”

“Kimliğini ver”

“Ben gazeteciyim.”

“Ben de makinistim. Kimliğini ver da anlayalım ne olduğunu.”

Elimi indirip kot pantolonumun arka cebinden cüzdanımı çıkarttım. Ve arkaya doğru uzattım.

“Çıkartsana lan kimliğini, Uşağın mıyım ben senin?”

“Tamam. Peki. Sakin ol.”

“Cevap verme”

Adam öyle bağırıyor ki sanırsın Hitler belgeselinin başrol oyuncusu. Akıllanmıştım artık tövbe billâh, “Gazeteciyim” demeyecektim. Neme lazım. Nüfus cüzdanımı uzattım. Yine kızmıştı yüzünü hiç göremediğim cengâver.

“Hani lan gazeteciydin? Nerede basın kartın?”

Hey babalar… Gazeteciyim derim suç, basın kartımı vermem suç. Yaka cebimden Flash TV kartımı çıkartıp uzattım. O sırada elleri arkadan kelepçelenen kız çocuğu sesini daha da yükseltti. Bir yandan da olduğu yerde debelenip polislere direniyordu.

“Faşizme geçit yok. Yuhh. Katiller…”

Oğlanlarda hala “tıs” yoktu. Benim Flash Tv kartını alan polis kızın bacağına bastı;

“Direnme kızım, bak. Canın daha çok acır.”

Ulen ne adi adamım. Gül gibi, temiz kalpli, yardımsever cengâvere haksızlık etmişim. Tekrar arkama geçti. Azıcık öne kaçtım, ne olur ne olmaz!

“Vayyy, Yalçın abi sen misin ya? Kusura bakma”

“Yoo estağfurullah. Ne kusuru?”

Arkama döndüm. Gençten bir oğlan. Göbekli, yamru yumru. Yer elması gibi bir şey.

“Abi söylesene baştan.”

Kafa atsam yazık olacak. Atmasam içimde kalacak. Kaç kez tekrarlamıştım gazeteci olduğumu oysa. Ama gazeteci olmam değil, realitici Yalçın Abi olmam bir kez daha kurtarmıştı beni.

“Söyleyemedim. Kusura bakma.”

“Ya abi, ne mütevzi adamsın. Buyur git. Dikkat et.”

Saat 23:00… Taksim’e çıktım. Bir TOMA’nın ışığında üstümü başımı silkeledim. AKM’nin önünde polislerin yanında makinemi, çantamı, objektifleri kontrol ettim. Hepsi sağlamdı. Bir tek, çantanın ön gözüne koyduğum cep telefonunun ağzı, burnu kaymıştı. Ve İstiklal’den süzüldüm ki süzülmez olaydım. Gece 3’e kadar çıkamadım bölgeden.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013

Yüzlerce yaralı

Gezi Parkı boşaltılmıştı. Aralarında çocukların da bulunduğu 53 ciddi, yüzlerce hafif yaralı, yüzlerce de gözaltı.

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik;

“Kusura bakmayın, bu devlet, halkının güvenliğini sağlamak zorunda"

Divan Otel’de gaza maruz kalan Alman siyasetçi Claudia Roth;

"Savaş gibiydi"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu;

“Bu milleti kendi çıkarları için iç savaşa bile sürüklemekten çekinmeyeceği anlaşılan bir başbakanın, kanunsuz emirlerini uygulamak uluslararası normlara göre suçtur.”

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu;

“Gezi Parkı'yla ilgili yapmış olduğumuz bu çalışmanın fevkalade düzgün, sıkıntı olmaksızın, kısa sürede tamamlanmış olması memnuniyet oluşturmuştur.”

Aynı Vali Mutlu bir gece önce eylemcielrden bazılarıyla görüşmüş ve Gezi Parkı'nda kahvaltı sözü vermişti. Kahvaltı yerine bombalar geldi.

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 11

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 11

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 11. Bölüm

Çapul Bostan

4 Haziran 2013 – Salı… Eylemlerin 9. günü Sabah bültende ilk haber Başbakan Erdoğan’ın havaalanı konuşmasıydı. Ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün günlerden sonra, Başbakan gidince konuya müdahil olması. Sonra da, yurt genelindeki eylemlerden toparlama haberi yayınladık. Beşiktaş’ta sabaha kadar süren çatışmalarla, Gazi mahallesindeki eylem ve vurulan gencin haberini de ardından yayınladık.

Bugün TBMM’de siyasi parti grupları toplanacaktı. Başbakan yoktu ama bir gün önceki açıklamalarının ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, sandık ve demokrasi açıklamasının yankılarını olacaktı mutlaka. Yılmaz Tunca gazete manşetlerini ve köşe yazılarını aktardı. Saat 09:09’da bitti bülten.

Yayın çıkışı bir gün öncenin günlük notlarını bilgisayara geçtikten sonra doğrudan Gezi Parkı’na gittim. Her şey bıraktığımız gibiydi. Ama parkta hummalı bir temizlik çalışması vardı. Gençler çöp topluyor, turuncu renkli tişört giymiş kadınlar yerleri süpürüyordu. Ağaçlara gerilen iplere battaniyeler, nevresimler asılmış güneşe bırakılmıştı. Parkın Divan Otel tarafına bir bostan kurulmuş ve çeşitli bitkiler dikilmişti. Adına da, “Çapul Bostan” denmişti. Ayrıca boşluklara da ağaç fideleri dikmişti eylemciler.

Parkta, Taksim’de Harbiye’de, Dolmabahçe’de tur atıp durdum. Öğleden sonra herkes Ankara’daki gelişmeleri konuşuyordu. Başbakan vekili Bülent Arınç, özür dilemişti. Bu haber olumlu bir hava yarattı parkın içinde. Aslında bu özür, “çevreci eylemi başlatanlara yönelik aşırı gaz kullanımı” konusundaydı yani, polisin uyguladığı yaygın şiddet için değildi ama kaynadı arada ve kabul gördü parktakilerin arasında. Üstelik Arınç, Gezi Parkı direnişçilerinin temsilcileriyle görüşecekti. Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, BDP İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder’i kabul etmiş ve dinlemişti. Genel olarak bir güvensizlik hâkimdi ama olumlu da bulunmuştu bu adımlar. Kazanım olarak değerlendirildi.

Hemen ardından Başbakan Erdoğan’ın Fas’taki açıklamaları geldi. Erdoğan, olaylardan dolayı CHP’yi suçluyordu. Ve kendisi ülkeye dönmeden olayların biteceği ön görüsünde bulunuyordu.

Bu arada iş bırakma eylemi haberi geldi. KESK'in başını çektiği ve DİSK, TTB ile TMMOB'u da davet ettiği iş bırakma eylemine karar verilmiş yarın Türkiye binlerce emekçi kent meydanlarında buluşacaktı. Sendikaların bu nazlı eylem kararı buruk karşılandı eylemciler arasında. Talepler şunlardı;

"Taksim'in Gezi Parkı olarak kalacağı resmen ilan edilsin. Halka uygulanan şiddetin sorumluları hesap versin, istifa etsin. Gözaltına alınan binlerce kişi hakkında soruşturma açılmasın, halktan özür dilensin. Taksim başta olmak üzere tüm meydanlarda uygulanan toplantı ve eylem yasağına son verilsin."

Hazır ortalık sakinken parkta ve çevredeki sloganları fotoğraflamaya başladım.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 10 Haziran 2013

Kıllı muhabbet!..

Taksim ve Gezi’de günler böyle geçiyordu. Başbakan vekili Bülent Arınç, Gezi Parkı temsilcileriyle görüştü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çıktı. Başbakan Erdoğan 4 gün sonra bir gece yarısı yurda döndü. AKP’li yöneticiler, “Alana, karşılamaya gitmeyin” demişlerdi ama binlerce kişi Yeşilköy’e akın etti. E bu kadar kalabalık olunca seçim otobüsü de gönderildi arkalarından. Otobüsün üstünden faiz lobisini suçladı Başbakan Erdoğan.

Başbakan yokken özür dileyen, Taksim Dayanışması ile görüşen tecrübeli politikacı Bülent Arınç, bir adım geride duruyordu otobüsün üstünde. Emine Erdoğan eliyle birkaç kez öne gelmesi için işaret yaptı ama o yerini korumayı tercih etti. Bu duruş dedikoduları da beraberine getirdi.

“Arınç, istifa etmeye kalkmış, Cumhurbaşkanı engel olmuştu.”

Yazılı açıklamayla yalanladı bu dedikoduları anında, Bülent Arınç. Akdeniz olimpiyatları yapıldı. Attığı twirlerde Gezi eylemcilerine söven sporcu olimpiyatların açılışında bayrak taşıdı. Bir haber kanalının mikrofonunu yayın politikasına tepki göstererek iten milli basketbolcu da ”vatan haini” ilan edildi. Milli Takım kadrosuna alınmadı. Olimpiyata katılan sporcularımızın da dopingler nedeniyle ardı ardına döküldükleri ortaya çıktı.

Ardı ardına mitingler düzenledi, AKP. “Milli İradeye Saygı” mitingleri tüm haber kanalları tarafından hem de saatler öncesinden canlı yayınlandı. Teyzenin biri, Başbakana olan sevgisini, “kıllı” kelimelerle ifade edince RTÜK ceza kesti yayınlayan kanallara.

Önce Necati Şaşmaz ve Hasan Kaçan sonra aralarında sanatçıların da bulunduğu Taksim Dayanışması temsilcilerini kabul etti Başbakan. Hülya Avşar’la bile görüştü Başbakan. Ama sonra Zehra kızımızın eylemlerde çekilmiş fotoğrafını bulan medyamız babası Kaya Çilingiroğlu’na şikayet etti sayfalarından koca koca başlıklarla, Zehra kızımızı. Zehra’da 90 kuşağı gençlerindendi. Onu anlamayı, dinlemeyi değil jurnallemeyi tercih etmişti boyalı basınımız. Hülya Avşar dik durdu, “Gitmek istedi, izin verdim” dedi. Babası adına yapılan haberlerde kızının kulağını çektiği yazıyordu. Doğru muydu yoksa masa başı haberi miydi bilemiyorduk.

Taksim Dayanışması, “devam” dedi bu arada. Hayatlarını, “Durmak yok. Yola devam” sloganına adamış politikacılarımız pek bir kızdı bu “devam” kararına. Ardı ardına uyarılar geldi. “Tamam artık evlerinize dönün”, “Tadında bırakın” diyenler çıktı.

Öldürülen eylemciler, kafası, gözü patlatılan gençler için tek kelime eleştiri ve özür de yoktu ortada. Analar çıktı alanlara, “yanınızdayız çocuklar” diye haykırdı yaşlı başlı kadınlar. Bir de piyano ve piyanist vardı. Hem de Taksim Meydanı’nda. O aktiivistve piyanosu gözaltına alınmıştı ilk müdahalede. Herhalde dünya demokrasi tarihinde gözaltına alınan ilk piyanoydu. Piyanist serbest ama suç aleti yedieminde rehindi.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013

11 saat süren çatışma

11 Haziran 2013 Salı günü polis parkı boşaltabilmek için var gücüyle yüklendi. Eylemciler de Tarlabaşı, Şişli, Dolapdere, Dolmabahçe arasındaki çemberde hemen her noktada polisle çatıştı. Taksim'de bir TOMA yakıldı. Çatışmanın şiddeti o kadar yüksekti ki onlarca kişi hastanelere kaldırıldı. Sokak aralarında sıkılan gaz ve gösterilen şiddete insanlar camlarından tencerelere kaşıkla vurarak tepki gösteriyordu. Camlardan içeri bile gaz kapsülleri atıldı.

Dört bir yandan yaralı haberleri geliyor ama park terk edilmiyordu. Neredeyse 11 saat sürdü çatışmalar. Ancak polis parka giremedi. Parkı önü, arkası, sağı, solu kuşatıldı ama Gezi Parkı boşaltılamadı.. Ya da talimat mı böyleydi, bilerek mi girmediler diye de düşündüm gün boyunca.

11 Haziran 2013 günü benim meslek hayatım boyunca kolay kolay unutcağım günlerden değil. 7-8 saat hiç oturmadan ve neredeyse hiç durmadan fotoğraf çektim. O savaş manzarası içinde çok garip karelerle de karşılaştım. Arabalar ateşe verilmiş, polis ortalığı gaza boğmuş. Her yanndan taş, misket, demir parçası yağıyor ama bir çift geçmiş tüm bu kargaşanın içinde hatıra fotoğrafı çekiyor.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013

Yüzlerce yaralı

Taksim Meydanı o gün görülebilecek ne varsa gördü. Diğer illerden destek gelmişti polise. Onlarca TOMA aynı anda yüzlerce polisle birlikte yükleniyordu. Yerlere düşenler, sürüklenerek gözaltına alınanlar, çığlık çığlığa kaçışan turistler...

Ben tam The Marmara Oteli önündeyim bir an. Gezi Parkı yönünden koşarak gelen eylemciler TOMA'lara taş fıtlatıyor. TOMA'lar da basınçlı suyla püskrütmeye çalşıyor eylemcileri. Eylemcilerin arasında biir adam var, hayli yaşlı. Düşüyor, kalkıyor. TOMA'ya yaklaşıp elindeki plastik bayrak sopasını TOMA'ya vuruyor. Düşüyor, kalkıyor...

Polis bir ara The Marmara Oteli altındaki kafeteryaya yöneliyor. Eylemcilerden bazıları buraya kaçınca polis de gaz bombalarını bu tarafa yöneltiyor. Ben de kendimi o kafeteryanın içiine atıyorum. Ardımızdan da 4, 5 tane birden kapsül düşüyor içeriye. Bir kahve markasının işlettiği, mekan bir anda gazla doluyor. Az önce elindeki bayrak sopasıyla TOMA'ya vuran amca yerde inliyor. Gençler tüm riske rağmen adamı kol ve bacaklarından kavrayıp dışarı çıkartıyor.

Gün böyle geçti. Çok fotoğraf çektim ama ben de bittim...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 10

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 10

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 10. Bölüm

Yüzde 50 açıklaması

3 Haziran 2013 – Pazartesi… Eylemlerin 8. günü. Gerçek Gündem sürerken haber geldi; Borsa yüzde 7'lik sert bir düşüşle son 10 yılın en büyük kriziyle başlamıştı güne. Yayının ardından yine yollara düştüm.

Tam da İnönü stadının karşısındaki çimenlere oturmuş seyyar satıcıdan aldığım sandviçi yiyecektim ki patlama sesiyle neredeyse tümünü yutuyordum. Gaz geliyordu uzaktan.

Maskemi takıp aşağıya indim. İnönü stadının 2 yanında da barikatlar sağlamlaştırılmıştı gece boyu. Polis de tam Beşiktaş’a giriş noktasında yan yana çektiği TOMA'larla Başbakanlık Çalışma Ofisi’ni korumaya almıştı. Beşiktaş’ın içinden sloganlar yükseldi. Çarşı devredeydi anlaşılan. O meşhur marşı söylüyorlardı;

“Sık bakalım, sık bakalım. Biber gazı sık bakalım. Kaskını çıkart, copunu bırak. Delikanlı kimmiş bakalım.”

Beşiktaş’ta çatışmalar saatlerce sürdü. Olaylar sonrasında 200 eylemci gözaltına alındı. Şimdi Yeşilköy’e Havalimanına gidiyoruz. Medyadaki haberlerden aktarıyorum...

Başbakan Erdoğan 4 gün sürecek Afrika seyahatine çıkıyor. İlk durak, Fas. Havaalanında düzenlenen basın toplantısı gergin başladı, gazetecilerle tartışmayla son buldu. Başbakan Erdoğan, "Evinde zorla tuttuğumuz yüzde 50 var" demişti. İnsanların her akşam saat 9’da başlattıkları tencere çalma eylemleri için de, "Tencere tava hep aynı hava" tanımlamasını kullanmıştı. Reuters Haber Ajansı muhabiriyle girdiği polemik de gerginliğe bambaşka bir hava kattı. Başbakan Erdoğan’ın uçağı daha havadayken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazetecilere şu sözleri söyledi;

“Demokrasi sadece seçim demek değildir, mesaj alınmıştır.”

O ana kadar sessizliğini koruyan Cumhurbaşkanının neden konuşmak için Başbakanın gitmesini beklediği ve aldığı, algıladığı mesajın ne olduğu merak konusu oldu. Başbakan’ın başdanışmanlarından, AKP milletvekili Yalçın Akdoğan, Habertürk TV’de canlı yayına çıktı ve “Erdoğan'ı kimseye yedirtmeyiz, pabuç bırakmayız” dedi. Başbakan Erdoğan, Fas’a inmişti bu sırada beraberindeki heyetle birlikte. Konuşmaları da, gelişmeleri de aktarmışlardı kendisine. Ancak uçak havalanmadan yaptığı konuşma dalga dalga hem Gezi Parkı’na hem de tüm ülkeye yayılacaktı.

Gezi Parkı’nda her bir ağaca, eylemlerde ölenlerin isimleri asılmıştı ve sayım alıyorlardı;

“Abdullah Cömert, burada.”

“Mehmet Ayvalıtaş, burada.”

Gündüz bu olaylar haricinde sakin geçti. Eylemciler Harbiye’de, Gümüşsuyu’nda, Kazancı Yokuşunun girişinde, Sıraselviler Caddesinde barikatları güçlendiriyordu. Parkta da katılımcı sayısı ve yardımlar giderek artıyordu. Evlerden getirilen yemekler, ilaçlar, içecekler parktaki Devrim Market ve Çapul Market ’de toplanıyor ücretsiz olarak isteyenlere veriliyordu.

Medyanda örgütler yerlerini koruyordu. Bir tek yeni eklenme oldu. Antikapitalist Müslümanlar adlı oluşum Gezi Parkı’nın Taksim yönündeki girişe çadır kurmuş ve nöbete başlamıştı. Türbanlı eylemciler dikkat çekiyor ve gelen geçen fotoğraflarını çekiyordu.

Bütün gün dolanmaktan ayaklarım şişmişti. Parmak aralarım yanıyordu terden. Büyükçe bir çadırı gözüme kestirip önünde oturanlardan, biraz dinlenmek için izin istedim. Üç büyük soğuk su alıp çadırın arkasında ayaklarımı yıkadım. Çorapları naylon torbaya koyup çöpe attım. Çantada temiz yedek vardı. Sonra oradakilerden rica ettim bir şişe suyla başımı yıkattım. Rahatlamıştım. Çadıra girip sırt çantamı yastık yapıp uzandım. Uykuya dalmışım. 3 saat kadar sonra gürültülere kalktığımda ter içindeydim. Üstümü battaniyeyle örtmüş ve gitmişlerdi.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 05 Haziran 2013

Provakasyonun alası!..

Parkta bir koşturmaca vardı. Dışarı çıkıp Taksim’e yürüdüm. Eylemcilerden kalabalık bir grup Beşiktaş’a doğru gidiyordu. Sloganlar atılıyor, marşlar söyleniyordu. Bir söylenti çıkmıştı;

“AKP’liler Beşiktaş çarşıyı bastı. Çatışma çıktı…”

Oysa Beşiktaş’ta daha öğlen saatlerinde geçici barış sağlanmıştı. Yükselen dumanlara ve gelen seslere bakılırsa çatışma çıktığı doğruydu. Ama işin aslı neydi? Beşiktaş’ta işyeri bulunan yeğenimi aradım.

“Yok dayı, basılan- yakılan yer yok ama Dolmabahçe girişinde polis eylemcilere müdahale ediyor. Çok gaz attılar. Burada bile göz gözü görmüyor. Kendine dikkat et.”

Sonra yine Beşiktaş’ta işyeri bulunan bir arkadaşımı aradım. Eylemdeydi. Durumu şöyle özetledi;

Beşiktaş’ta Akaretlerden aşağı doğru yürüyen eylemciler, Başbakan Erdoğan’ın gündüz söylediği, “Yüzde 50’yi zor tutuyoruz” sözlerine tepki gösterip sokağa dökülmüştü. Bir de Çankırı’dan haber gelmişti. Sosyal medya sallanmıştı o haberle.

“Sırada Anıtkabir var elhamdülillah...”

Bu twiti AKP’li olduğu söylenen bir genç yazmıştı. Büyük infial yaratmıştı eylemciler arasında. Herkes homurdanıyor, “Yeter artık” diye tepki gösteriyordu. Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde polis etten duvar örmüştü. Eylemciler taşlarla, polis gaz bombası ve tazyikli suyla direniyor. Saatlerdir sürüyor çatışmalar.

Beşiktaş’tan yükselen gaz bulutları, Taksim’de; “AKP’liler Beşiktaş çarşıyı bastı. Çatışma çıktı” söylentisini çıkartanların ekmeğine yağ sürmüştü. Koşarak Dolmabahçe’ye doğru gidenlere engel olmaya çalışanları duymadılar bile.

“Alanı boşaltmayın. Parkı bırakmayın. Bu provokasyon. İnanmayın. Geri dönün.”

Nafile çabaydı bunlar. Ben de peşlerine takıldım. Dolmabahçe’den Beşiktaş’a yürürken polis TOMA’larla, gaz bombalarıyla karşıladı. Grupların birleşmesiyle sayıları bine yaklaşan eylemciler sloganlar atarak koşuyor karşıdan da gaz bombaları yağıyordu. Gaz gelince aynı kitle gerisin geri depara kalkıyordu. Arada düşenler, ezilenler vardı. Eylemcilerin tamamına yakını gençti.

Çatışmalar o kadar şiddetliydi ki bir ara Swiss Otel’in arkasından Dolmabahçe’ye inen yokuşun alt başında askeriyenin duvarının yanında siper alıp çömeldim. Yaklaşık 10 dakika yerimden kıpırdayamadım. O denli taş, misket, gaz bombası kapsülü ve plastik mermi uçuşuyordu havada. Kaçarken ve kovalarken çarpanların, sırtıma vuranların sayısını hatırlamıyorum.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 05 Haziran 2013

Bacak omuza!..

Saklandığım yerden çıktım. Biraz sakinleşmişti ortalık. Ama oda ne? Gördüğüme inanamıyordum. Fazla gazdan kafayı mı bulmuştum yoksa? Stadyumun önünden kepçesini kaldırmış dev bir iş makinesi geliyordu. Şaka gibiydi ama değildi, gerçekti. Üstüne insanlar doluşmuştu. Sarı-kırmızı, sarı-lacivert ve en çok da siyah beyaz formalı gençler alkışlarla yanında ilerliyordu sarı renkli dev, paletli aracın. Elinde Türk Bayrağı olan bir genç üstüne çıkmış, “Açılın. Dikkat” diye bağırıyordu.

O dev makine paletlerinin üzerinde asfaltı bir tank gibi eze eze geldi. Aracın arkasında kocaman …. YIKIMCILIK VE HAFRİYAT yazıyordu. Yaklaşık 100 kişilik bir grup düdükler çalarak, sloganlar atarak dev makineyle birlikte Beşiktaş’a doğru ilerliyordu. Nasıl çalıştırmışlardı? Nasıl kullanıyorlardı? Ama geliyorlardı işte, marşlarla, türkülerle.

Tören alayı gibi önümden geçtiler. Beşiktaş’ın girişine yaklaşmışlardı ki, karşı taraftan gaz bombası yağmaya başladı. Bembeyaz olmuştu ortalık akşamın karanlığında. Polisler de şaşkındı. Üzerlerine dev bir kepçe yaklaşıyordu. Fırsattan istifade koşarak polislerin bulunduğu noktaya biraz daha yaklaştım. Şimdi tam iki aracın arasını gören kaldırımın üstündeydim. İyi bir açı yakalamıştım. Koştum derken bu arada bir detayı da aktarayım. Her yer ama her yer barikatlardan dağılan ve atılan demir çubuk, taş, kalas, bank, çöp kutusu, lamba, direk, gaz kapsülü gibi malzemeyle doluydu. Ayağınızı burkmanız, düşüp suratınızı parçalamanız, bir yerinizi kırmanız an meselesiydi. Polis de eylemciler de bu şartlarda kaçma, kovalamaca içindeydiler.

Gaz biraz dağıldı, dev kepçenin arkasına sığınan eylemciler çıkıp taş atmaya başladı. Polis de anında gaz bombası. Al sana iyi fotoğraf açısı. Kaldık mı arada. Sırtımı dayanacak son noktaya kadar geri çektim. Duvara yapışmıştım. Makineyi dahi kaldıramıyordum, siz anlayın artık, önümde nasıl bir taş, misket, plastik mermi ve bomba trafiği olduğunu. Bir süre duran dev iş makinesi homurdanarak tekrar hareket etti. Toma tam kepçenin ucundaydı. “Kepçe TOMA’yı kovalıyordu” denebilir mi? Denir. Adım adımda olsa TOMA geri, kepçe de ileri doğru gidiyordu. Tomanın arkasındaki polisler geri çekilirken yine ardı ardına gaz bombaları patladı. Biri tam ayağımın dibine düşmüştü. Tekme salladım ama ayağım önce boşlukta sallandı sonra duman fışkıran gaz kapsülü topuğumun çarpmasıyla tam dibime girdi. Paçamdan içeri, yukarılara doğru yayılan gaz ödümü koparttı. Tabana kuvvet eylemcilerin arasına, iş makinesinin de gerisine kaçtım. O sırada sloganlar yükselmeye başladı;

“Faşizme karşı omuz omuza…”

Hemen yanımda 2 kişi dumanların arasında ellerini sallayıp oldukları yerde zıplayarak bağırıyordu.

“Faşizme karşı bacak omuza...”

Anam… İlk kez duyuyordum bu sloganı. Sesleri yüzlerce kişinin hep bir ağızdan haykırdığı, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı içinde eriyip gidiyordu ama benim dibimdeydiler. Yanlış da duymamıştım.

“Faşizme karşı bacak omuza…”

Gazdan seçemiyordum yüzlerini. İyice yaklaştım. Birisi Taksim’de polislere elinde gökkuşağı renkler bulunan bayrağıyla direnen travestiydi. Diğerini tanımıyorum ama o da ya eşcinsel ya da travestiydi. Bağırıyor, zıplıyor, eğleniyorlardı. Gözlerine minik deniz gözlüklerinden takmışlardı. Birisinin elinde tef vardı. Sloganı bağırırken onu da bacağına ritmik şekilde vuruyordu. Bir yandan da dans eder gibi hareketler yapıyorlardı. Ara ara boyunlarındaki bezleri burunlarına götürüp soluklanıyor sonra devam ediyorlardı;

“Faşizme karşı bacak omuza…”

Baktığımı görünce zayıf, uzun boylu olan kolumdan tuttu;

“Naber Yalçın abi. Hatırladın mı beni?”

Hatırlamadım. Nereden hatırlamalıydım? Programdan mı, bilemiyordum.

“Hani geçen fotoğraf çekilmiştik ya…”

Tamam şimdi olmuştu. Beyoğlu’nda Sugar Bar’ın sokağının girişinde karşılaşmıştık. O sokaktaki minicik çay ocağına giderdim yıllardır. Eski ANAP İl merkezinin bulunduğu sokak. Sabah yayın çıkışı karşılaşmıştık. Fotoğraf çektirmişti yanındaki arkadaşına.

“Hatırladın dimi? Hadi gel fotoğraf çekilelim.”

Allah’ım sen bana sabır ver. Arkamız, sağımız, solumuz, önümüz, yanımız gazdan, taştan, müdahaleden yanıyor. Ama o fotoğraf çektirmek istiyor. “Tamam” dedim kırmamak için. Geçti yanıma koluma girdi savaş mahallinde hatıra fotoğrafı çektirdi benimle. “Dikkat edin kendinize” dedim uzaklaşırken, “Sende abiii” diyerek el salladılar arkamdan. Eğleniyorlardı.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 05 Haziran 2013

Haber nöbetine devam

Nöbet vardı televizyonda. Artık dönmeliydim. Önce Taksim oradan da Tepebaşı. İyice bir temizlendim yukarı çıkınca. Ekip geldi toplantıya başladık. Arkadaşlardan biri ajanstaki haberleri sayarken sözü Beşiktaş’taki eyleme getirdi.

“Kepçeyle TOMA kovalamışlar. Yapalım mı?”

“Ben kurgularım. O haberi bana bırakın” dedim. Saydıkları olaylar arasında, Gazi Mahallesi’nde yaklaşık 2 bin kişinin karakola yürüdüğü ve bir eylemcinin kafasından gaz kapsülüyle vurulması da vardı. Sabaha kadar sağdan soldan eylem ve müdahale haberleri geldi ajanslardan.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 10 Haziran 2013

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 9

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 9

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 9. Bölüm

Temizlik zamanı

2 Haziran 2013 Pazar. Günlerden sonra bir pazar sabahı evimdeydim. Ancak Gezi Eylem ve müdahaleleri boyunca fotoğraf ekipmanllarım, çantalarım, bodyler, ne varsa resmen kire bulanmıştı. Şimdi temizlik zamanıydı. Hadi bakalım. Serdim hepsini masaya. Ne varsa gaza bulanmıştı. Yapış yapıştı hepsi ve inanın evin içinde bile yoğun biber gazı kokusu vardı. Günlerdir bakım yapmamıştım. Tek tek hepsini temizledim.

Sonra sıra bana geldi. Harika bir duş. Sabunlanırken yanınca farkına vardım, sol bacağımdaki yaranın. Yaklaşık 5 santim uzunluğunda bir deri soyulması vardı. Kanamış ve kabuk bağlamıştı. Nerede ne zaman olduğunu hatırlamıyorum. Sırtımın sol arka tarafı ve göğsümün sol üst kısmında da acayip bir sancı vardı. Simsiyah bir morluk dikkatimi çekti göğsümde. Onun da nasıl ve ne zaman olduğunu hatırlamıyorum. Sıcağı sıcağına hissetmiyor insan demek ki. Sonradan çıkıyor darbelerin izleri. Yarım saatten fazla soğuk suyun altında bir o yana döndüm, bir bu yana. Duş sonrası koyu bir kahveyle kendime gelebildim.

Giyinip çıktığımda saat öğleden sonra üçe geliyordu. Bakalım Taksim’de ve Gezi Parkı’nda durum neydi? Fotoğraf makinem ve teçhizatlarımla birlikte gaz maskesini de almıştım yanıma ne olur ne olmaz diye. Metro istasyonuna yürürken 3-4 kişilik bir genç grubu da ellerinde Türk bayraklarıyla önümde ilerliyordu. Bir yandan da kendi aralarında konuyorlardı. Tam karşıdan da bir polis arabası geçiyordu. Arabadan aynen şu anons yapıldı;

“Toplaşmayın. Dağılın. Yasaları çiğnemeyin.”

Gençler dönüp yuhalamaya başladı. Polis aracı geri döner mi diye fotoğraf makinemi hazırladım. Ama gaza basıp hızla uzaklaştı. Gençler önde ben arkada metro istasyonunda ilerlerken ellerinde bayraklarla daha onlarca insanın da treni beklediğini gördüm. Aralarında bebekli, çocuklu aileler de vardı.

Metrodan mecburen Mecidiyeköy’de inip yürümeye başladım. Hava güneşli ve bir o kadar da nemliydi. Ortalıkta ne polis vardı ne panzer ne akrep. Dükkanlar açılmış. Kafeteryalar dolmuştu. Şişli’de tam meydandaki parkta bankların üzerinde ameliyat maskeleri boynunda birkaç genç uyuyordu. Hemen her noktaya sloganlar ve yazılar yazılmıştı. Yerlerde hala gaz bombalarının gri renkli boş kapsülleri duruyordu. Daha bir sabah önce gaza boğulduğumuz Pangaltı kavşağında sanki hiç bir şey olmamış gibi hayat devam ediyordu. Bir tek, orada her zaman görmeye alıştığımız güvercinler yoktu. Gazdan, patlama seslerinden kaçmışlardı belli ki. Bu nokta en şiddetli çatışmalara sahne olan kavşaklardan biriydi.

Radyo evinin önünden Divan Otel’e yaklaşırken karşıma çıkan görüntü bambaşkaydı. Aylardır halka kapatılan, suntalarla çevrilen alan açılmıştı. Daha doğrusu engeller yıkılmış, kaldırılmıştı. Koridorlardan geçmeden, metrelerce dolaşmadan Taksim Meydanı’na çıkılabiliyordu. Hem de dümdüz.

Taksim Meydanı'na geldiğimde her şey değişmişti. Eskiden birahanelerin, restoranların ve THY bürosunun olduğu yerdeki dükkanlar Beyrut’un savaştan kalma sokakları gibi delik deşikti. Önündeki iş araçları, bir tanker yakılmıştı. Şantiyenin konteynırlarına bayraklar asılmıştı. Üzerlerine sloganlar yazılmıştı. Atatürk Anıtı’nın üzerine de onlarca bayrak ve flama asılmıştı.

Anıtın Harbiye’ye bakan tarafının hemen dibine Halkın Kurtuluşu örgütü çadırla, güneşlik karışımı bir şey yapmıştı. Altında insanlar oturuyordu, uyuyordu. Hoparlörden Grup Yorum parçaları yayınlanıyordu. Merak ettim, elektriği nereden almışlardı. Kabloyu takip edince, meydandaki kofraya bağladıklarını gördüm. Sol tarafta Kaldıraç adlı yapı çimenlerin üzerine yerleşmişti. Toprağa çakılan kalaslara gerilen branda ve battaniyelerden bir korunak yapmışlardı kendilerine.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 03 Haziran 2013

Orma toma, burama to...

Metronun Taksim meydanı çıkışında bir başka örgüt masa kurmuş yayınlarını sergiliyordu. Kurtuluş, ESP, Mücadele, SDP ve diğer örgütlerin stantları da onların yanından AKM’ye doğru yayılıyordu. ESP’liler caddede, kağıt ve naylon torbalardan yaptıkları topun peşinde koşuyorlardı.

Gezi’ye çıkan merdivenlerin bittiği noktada solda 1, ortada 1, sağda da 1 araç ters döndürülmüş ve tahrip edilmişti. Üzerleri sprey boyalarla yazılmış sloganlarla doluydu. Araçlardan birisinin jant ve lastikleri pembeye boyanmıştı. Gay, travesti ve eşcinsellerin işiydi bu muhtemelen. Eylemler sırasında direnişin içinde aktif rol üstlenmişlerdi.

AKM’nin önünde polisin en sert müdahalelerine karşı mücadele verildiği bir gün, bir travesti elindeki gökkuşağı renklerindeki bayrağıyla TOMA’nın önüne atmıştı kendisini. “Çıkın parkımızdan” diye bağırıyordu. Ara ara da arkasını polislere dönüp kalçasını göstererek, parkta yazılı bir afişin üzerindeki sözleri tekrarlıyordu;

“Orama Toma, burama To...”

Polis TOMA’dan suyu öyle bir sıktı ki, bayrağıyla birlikte yere yapıştı. Ama hemen kalktı. Ve bu kez çevik kuvvet polislerinin üzerine yürüyerek Beşiktaş Çarşı’nın ünlendirdiği o marşı söylemeye başladı;

“Şapkanı çıkart, copunu bırak, delikanlı kimmiş bakalım…”

Kalkanlarını kafalarına siper etmiş polislerden birisi öyle bir tekme attı ki, travestinin haykırışı o gürültü içinde metrelerce uzaktan duyuldu. İki büklüm. Topallayarak bir iki adım geri çekildi. Bu kez sağ elini havaya kaldırmış orta parmağını gösteriyordu kendisine tekme atan polise. Bir yandan da haykırıyordu;

“Gel, gel…”

İnanılmaz bir görüntüydü. Tüylerim diken diken bu mücadeleyi izliyordum. Düşüyor, kalkıyor ama direnmeye devam ediyordu. Otobüs duraklarının olduğu yerden gençler bağırmaya başladı bu kez;

“Gel, gel, gel.”

Polisler birkaçı travestiye doğru hareketlenmişti. Başında kırmızı renkli kartondan yapılma, üzerinde, “Meydan okuyoruz – CHP” yazan bir şapka bulunan pos bıyıklı, zayıf, uzun boylu bir eylemci ileri fırladı bağırarak;

“Delikanlı ibneee…”

Bu sırada polislerin üzerine taş yağıyordu. TOMA’nın arkasına gerilediler. Ama ikinci TOMA hedefi tam tutturmuş, O travestiye, “Delikanlı ibne” diye bağıran eylemciyi de, sağ elini havaya kaldırmış orta parmağını polislere sallayan travestiyi de yere yuvarlamıştı sıktığı turuncu renkli sıvıyla. Kalktılar, koştular, bir reklam panosunun arkasına sığındılar. Reklam panosunun 2 yanından kafalarını uzatmış, yumruklarını havaya kaldırmış slogan atıyorlardı hala;

“Bu daha başlangıç. Mücadeleye devam…”



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 05 Haziran 2013

Biz söndürdük...

Biz dönelim, Haziran 2013'e... Parkın girişine yüzünüzü döndüğünüzde eylemler başlamadan önce çevik kuvvet polislerinin durduğu prefabrik yapı tamamen yanmıştı. İskeletinin üzerine, “Polis yaktı, biz söndürdük” yazılı bir afiş asılmıştı. Hemen sağında parçalanmış bir polis minibüsünün içinde de eylemciler oturuyordu. Daha sağda olaylardan önce özel güvenlikçilerin koruduğu prefabrik yapılar da tamamen tahrip edilmiş duvarlarına sloganlar yazılmıştı. İnsanın burnunu yakan ağır bir sidik kokusu geliyordu çevresinden.

Parkın giriş bölümü yanları açık çadır, afiş ve örgütlerin bayraklarıyla kaplanmıştı. Her çadırın girişinde de bir masa. Masanın üzerinde kitaplar, dergiler, broşürler. Birine yanaşıp, “Bu kadar örgüt ne zaman doğdu? Benim gençliğimde Dev-Yol, Dev-Sol, İGD, Kurtuluş vardı” dedim. “Siz bayağı bir uzak kalmışsınız gelişmelerden” dedi yuvarlak kırmızı çerçeveli gözlük takan 20’lu yaşlardaki kız. Doğruydu. Uzak kalmıştım.

Girişteki, kitap fuarı alanına benzeyen bölümü geçince eylemcilerin çadırları başlıyordu. Havuzların sağındaki alana revir kurulmuştu. Revirin az ilerisinde de yaralıların tedavi edildiği bölüm. “Fotoğraf çekmeyin” yazıları asılıydı her yanda. Ayak parmakları bandajlar içinde bir genç, kafasındaki sargı bezlerinden kan sızmış bir başka genç, yerdeki battaniyelerin üzerine uzanmış suratı morluklarla dolu, gözleri kıpkırmızı, burnu bandajlanmış bir genç daha. Cumartesi günü yaşanan şiddetin, işkencenin izlerini taşıyorlardı. Hiçbir yerde ama hiçbir yerde polis yoktu. AKM’de de sadece 1 tane afiş vardı;

“Boyun eğme”

Gümüşsuyu’na inen yokuşun başında bir araba yakılmış ve ters çevrilmişti. Bostancı dolmuşlarının kalktığı köşede de polisleri taşıyan İBB otobüsü tahrip edilmiş, camları kırılmıştı. İçinde eylemciler uyuyordu. NTV’nin paramparça edilen canlı yayın aracı da patlatılmış lastikleriyle ve üzerindeki sloganlarla öylece bekliyordu. Cep telefonu firmalarının araçlarının üzerinde, “Kesintisiz iletişim için buradayız” yazılı afişler asılıydı.

Gümüşsuyu’ndan Dolmabahçe’ye inen yokuş tam Alman Konsolosluğu önünde barikatlarla kapatılmıştı. Az aşağıda asker hastanesinin bitiminde bir barikat daha vardı. Kaldırımlardaki tüm taşlar sökülüp bu barikatlarda kullanılmıştı. Ayrıca polisin çekilirken bıraktığı demir bariyerle de barikatlar güçlendirilmişti. 200 metre kadar aşağıda 3. bir barikat daha oluşturulmuştu.

İnönü stadyumun yanından yukarı çıkan yolda da akşamdan kalan yanmış 1 araba vardı. Saat kulesinin yanından sahile indim. Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda burası tüm gece muhabirlerinin mekânıydı. Buraya gelir, bir olay olursa hep beraber giderdik. Şimdi Milli Sarayların işlettiği çay bahçesindeki masalardan birine oturup soluklandım.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 05 Haziran 2013

Oransız güç kullanımı..

Türk Tabipleri Birliği’nin 2 Haziran 2013 günü yayınladığı rapora göre İstanbul ve Ankara’da binden fazla yaralı vardı. Rapora göre “gözlerini kaybeden birçok kişi de dâhil olmak üzere” yaralanmaların çoğu hedef alınarak tazyikli su sıkılması, göz yaşartıcı bomba ve plastik mermilere direkt maruz kalmaları yüzünden oldu. Uluslararası Af Örgütü’ne göre oransız gaz bombası kullanılması birçok ciddi yaralanmalara yol açtı.

Peki ama, Başbakan Erdoğan ne söylüyordu tüm bu olanlar karşısında?

"Evet cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de CHP genel başkanından alacak değilim, birkaç çapulcudan alacak değilim. Bize oy verenler bunun yetkisini verdi zaten."

"Şu Twitter toplumun baş belası..."

"İçki içen alkoliktir..."

"Kışlayı yapacağız. İçinde kültür merkezi, AVM veya rezidanslar olacak, camiyi Maksim Gazinosunun arkasına yaptıracağız, AKM'yi yıkıp aynı adla yeni opera binası yapacağız."

Hava yavaş yavaş kızıla dönüyor, akşam oluyordu. Gece mesaiye gidecektim. Çok uzatmadan eve dönmeliydim. Beşiktaş’ta çatışma başlamıştı yine. Kentin hemen her yerinde olaylar durulmuş, Beşiktaş’ta devam ediyordu. Dolmabahçe girişindeki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ni koruyan çevik kuvvetle eylemciler sık sık çatışıyordu. Yine gaz, yine tazyikli su, yine plastik mermi yağıyordu.

Saat 10’a kadar fotoğraf çektim. Ardından Karaköy, Tepebaşı güzergâhından dolaşarak Taksim’e çıktım. Oradan Habertürk binasının önüne ulaştığımda saat 12’yi geçiyordu. Bir taksiye atlayıp eve döndüm. Duş alıp üstümü değiştiğimde telefonumda çalıyordu. Şoför gelmişti.

Haydi haber nöbetine...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 05 Haziran 2013

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 8

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 8

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 8. Bölüm

"1 milyon insan toplarım..."

İşte Erdoğan'ın Gezi Parkı'na, evlere, derneklere, STK'lara DKÖ'lere bomba gibi düşen o tarihi konuşmasından satır başları:

"Sistem içinde en az iktidar kadar muhalefet de güçlü, kaliteli, seviyeli olmak zorundadır, En az iktidar kadar çalışmak, proje üretmek durumundadır. Muhalefet iktidarın seviyesine ulaşamazsa, yanına yaklaşamazsa aşırı uçların eline geçer. İktidar nasıl boşluk etmezse muhalefet de boşluk kabul etmez. Ama biz çok büyük boşluk yaşıyoruz. Seçmen oy verdiği partinin kaliteli, seviyeli yönetim istiyor. Toplumda çok ciddi tahrikler yapıldığını görüyoruz."

"76 milyonun tamamına hatırlatmak istiyorum. Türkiye parlamenter sistemin tıkır tıkır işlediği bir ülkedir. Çoğunluğun oyunu alarak iktidara gelen hükümetin dilediğini yapabileceğini iddia etmiyorum. Çoğunluğun azınlığa dayatma yapmasına bugüne kadar kabul etmedik. Bundan sonra da kabul etmeyiz. Türkiye'nin tarihinde çoğunluğun sesine kulak verilmemiştir.Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam olarak görülmüştür çoğunluk."

"Hükümetin uygulamalarıyla meselesi olanlar hukuk yoluyla şikayetlerini dile getirirler Sandıkta demokratik tepkiler ortaya konulur. Bu işin ölçüsü sandıktır. Sandık dışında netice arayanlar anti demokratik uygulamaların peşindedir. Arkadaşlarını ipe götürenler… Menderes neden idam edildi? Gerekçesi neydi? Aynı şeyi 12 Eylül'de de yaşamadık mı?"

"Bu ülkede herkesin görüşlerini ifade etme hakkı vardı Hukuk çerçevesinde eylem yapma, düşüncelerini söyleme hakkı vardır. Hukuk dışı eylem yapma, yoldan geçenlere zarar verme hakkı yoktu. Türkiye'de gerilimi arttırmaya hiç hakkı yoktur. Politika üretemeyen muhalefetin illegal örgütlerle nasıl görev aldığı defalarca gördük. Herkese sesleniyorum Oynanan oyunu herkesin görmesini istiyorum."

"Gezi parkıyla ilgili bazı eylemler yapılıyor gerekçe ne ? Ağaçlar kesiliyor, Topçu Kışlası yeniden yapılacak, AVM yapılacak. Taksim'de gezi parkında yapılan çalışmanın Topçu Kışlasıyla ilgisi yoktur. Topçu Kışlası'nı yapacağız, gökten inme bir proje değil."

"Biz Kışla projesini gördüğümüzde Taksim'e çok zenginlik katacağını düşündük. Ama burada olay ne Divan Oteli tarafındaki Asker Ocağı Caddesi. Sökülen 5-10 ağaç meselesi değildir. Olay gezi parkından çıkarılarak ideolojiktir. Nedir bu ideoloji? Acaba biz İBB'yi alabilir miyiz?"

"Polis orada dün de vardı, bugün de var yarın da olacak.Taksim meydanı aşırı uçların yaşadığı bir bölge olamaz.. Yarın öbür gün bir şey olsa vatandaş can güvenliğim ne oldu diyecek. Bu AK Partiyle başlayan bir süreç değildir ki. Polis her zaman vardı."

"Güvenlik güçlerimizin biber gazı kullanımındaki yanlışlığı inceleniyor. Burada yanlış var. Ama yeri geldiğinde onun da kullanılması gerekir, onu da göreceğiz."

"AKM'yi dahi biz yıkmalıyız. Yıkıp gururlanabileceğimiz bir proje yapmalıyız, bir opera binası yapmalıyız. Burası önemli bir merkez olmalı. Gelen turistler gururla görmeli. Topçu Kışlası yerinde yapılmalı, mevcut yeşil azami şekilde korunarak, yayalaştırmayı bitirelim herkes rahatça gezsin. Burada böyle bir amaç var. Ama olay başka yerlere çekildi. Birilerine rant sağlanacak deniliyor. Biz sadece bu millete rant sağlamının gayreti içerisindeyiz. Bunların zihniyetine bakarsanız onlar gecekonduda yaşasın. "

"Topçu Kışlası ise kusura bakmasın. Onu yapacağız. Yeşilin daniskasını da yayalaştırma çalıştırmalarında yapacağız. Sen gazetede köşe yazıyorsun diye her şeyi biliyorsun anlamına gelmez. Biz bu işi bilenlerle yapıyoruz. "

"Biz CHP'ye, MHP'ye gençler ölmesin diye çağrı yapıyoruz sesleri çıkmıyor. Ağaçlar kesilecek diye kol kola yürüyorlar."

"Sosyal medyada yalan haberler, iftiralar havada uçuşuyor. Bunları ağaçları sallandıracaksın diyenlere sahip çıkan faşistler olduğunu görüyoruz. Medya kuruluşlarının son derece tehlikeli biçimde yayın yaptığını görüyoruz. Polis görevini gerçekten çok zor şartlar altında yapıyor. Aşırı güç kullanımında bakanlığımıza talimat verdik, gereken yapılacaktır. Evinin manzarası bozulacak diye köprü inşaatına itiraz eden için solcu bir protestoya dönüştürdüğünü gördük."

"Gezi projesinde kısa bir teknik bir bilgi vermek istiyorum; Cumhuriyet Caddesi'nde araçlar yer altına alınarak geçiş sağlanacak. Taksim Meydanı'nda araç görmeyeceğiz, halkımız dolaşacak. Toplu Kışlası yapıldığı zaman giriş katı ister AVM yapılabilir, şehir müzesi yapılabilir. Atılmış bir adım kesin olarak yok, bir imza yok. Cumhuriyet Caddesi'nde mağazalar yok mu, büfeler yok mu. Neden bunlara isyan edilmiyor? Bu olmazsa olmaz değil. Şehir müzesi de yapabiliriz. Bunlar nihai kararlar değil. Binanın tamamı AVM olacakmış falan bunlar gerçek değil. Bizim orada bir otele de ihtiyacımız var. Türkiye büyük oynuyor, güçlü bir milletimiz. Her önüne gelen her ağzı olan konuşuyor."

"Taksim'de esnafa, halka daha fazlası zarar verilmemesini rica ediyorum. GS lisesi önünde toplan İstiklal'de yürü. Orada esnaf yok mu mağaza yok mu? İş yapamazlar korkarlar orada, ticareti de göremezsiniz. Ben samimi duygularla oraya gelen, illegal grupların baskına maruz kalanları onlara uymamaları konusunda uyarıyorum. Bu eylemlerin derhal sona ermesini rica ediyorum."

"CHP Genel Başkanı'na sesleniyorum; Bugün Kadıköy'de miting yapacakmış, yapsın hakkıdır sorun değil. O mitingde eğer tahrik ifadeleri kullanacak olursan unutma ki bu millet size hiçbir zaman affetmeyecek. Olay miting yapmaksa ben kalkarım onun yüz bin topladığı yerde ben 1 milyon insan toplarım."



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Miting iptal, Taksim'e...

Bu konuşmanın hemen ardından ilk tepki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ndan gelmişti. Kadıköy meydanında düzenleyecekleri mitingi iptal etmişlerdi. Miting Taksim meydanında yapılacaktı. Duyar duymaz televizyonu aradım. Flash TV Haber Koordinatörü Süleyman İnce'ye durumu aktardım.

"Kadıköy mitingi iptal. CHP'liler ve Kılıçdaroğlu Taksim'e geliyor."

Çok radikal bir karardı bu. Neler olacaktı nefes nefese Taksim'e doğru koşuyordum. Gürsel Tekin, Süleyman Çelebi ve bir kaç milletvekili Taksim'den İstiklal Caddesi'ne doğru yürüyordu. Çelebi'ye, "Genel başkan geliyormuş doğru mu?" diye sordum. "Evet. hem genel başkan hem de partililer geliyor. Miting iptal" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aynı gün anında yanıt verdi CHP lideri Kılıçdaroğlu'na. İlim Yayma Cemiyeti'nin Yıldız Teknik Üniversitesi'nde düzenlenen 59'uncu Genel Kurul Toplantısı'na katıldı. CHP'nin Kadıköy'de bugün yapılacak mitingi iptal etmesi ile ilgili olarak " 'Beşiktaş'ta toplanma kararı verdiler. Taksim'e yürüyeceklermiş' dediler. Bırakın yürüsünler dedim" dedi.

Saatler 15:45'i gösterirken Taksim Meydanı ve çevresindeki polisler bir anda ortadan kayboldu.Bildiğiniz, yok oldular ortadan. Bir anda... Ne sokaklar, ne caddeler, ne meydan ne de Gezi Parkı'nda polis kalmadı. Tüm polisler bir andan yok olmuştu. Ortalıkta ne TOMA vardı, ne polis otosu, ne akrep denilen araçlardan ne de polis otobüsü.

Ağaçlar kesilmesin, AVM yapılmasın diye 6 gündür eylem yapanlar, polis müdahalesiyle deyim yerindeyse ezilip geçilenler Gezi Parkı'na ilerliyordu. İstiklal Caddesi'nde mahşeri bir kalabalık vardı. Manzara bir acayipdi. Normal şartlarda aynı eylem alanında bir arada görmenizin olanaksız olduğu parti, örgüt ve yapıların flamaları, bayrakları, pankart, döviz ve posterleri bir arada sallanıyordu..6 oklar, orak çekiçler, Atatürk posterleri, Türk Bayrakları, Apo'lu afişler, feminizm sembollü tişörtler, anarşizm amblemli flamalar, LGBTİ bayrakları...

Taksim meydanında binlerce kişi toplandı. Üstelik saatler ilerlemesine karşın hala dört bir yandan insanlar akın akın alana geliyordu. CHP'nin iptal edilen Kadıköy mitinginden ayrılanlar Beşiktaş üzerinden Gümüşsuyu yokuşunu tırmanmışlardı. Marşlar eşliğinde Taksim'e giriyorlardı. Harbiye yönünden binlerce kişi llerliyordu Gezi Parkı'na. İstiklal ve Sıraselviler caddelerinde de adım atmak mümkün değildi. Bir ara The Marmara oteli önünde ezileceğimi düşündüm. Aklıma o an bir provakasyon ihtiimali geldi. Korkunç olurdu bu kalabalıkta bir provakasyonun sonu...



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 03 Haziran 2013

Bu Daha Başlangıç

Bu arada Gezi Parkı'nda bulunan konteynırlarda yangın çıktı. Alevlerin ağaçlara sıçrama ihtimali korkuttu. Yangın, protestocuların müdahalesiyle söndürüldü. Ben gözlerimle görmedim ama bir de iddia aktarıldı. Gezi Parkı girişindeki polisler eylemciler tarafından dövülüp, kovalanmıştı.. Ama bunu kanıtlayacak ne bir fotoğraf ne de videoya denk gelmedim.

Taksim'de özellikle polisin çekilmesi sırasında yaşanan olaylarda 63 polisin yaralandığı açıklandı. Valilik, çoğu Çevik Kuvvet Müdürlüğü'nde görev yapan yaralı polislerin, tedavi için çevre hastanelere götürüldüğünü duyurdu.

Gezi Parkı'ndaki barikatlar eylemciler tarafından sökülüp alana giren yollarda barikat olarak kullanıldı. Gezi eylemleri ve müdahaleleri boyunca çok tepki çeken bazı haber kanallarının canlı yayın araçları tahrip edildi. Çevik kuvvet minibüsleri tahrip edildi. Araçtan çıkan bir makineli tüfek yetkililere teslim edildi.

Gezi Parkı girişinde toplam 2 konteyner, 3 otomobil ve bir otobüs yakıldı. Eylemciler konteyner, otomobil ve konteynırları polisin kaçarken yaktığını, polis de eylemcilerin yaktığını iddia etti. Elde bu yangınları çıkartanlara dair fotoğraf ya da video yok. Elde olan tek kanıt yani yangın çıkartanların fotoğrafları ve videoları Gezi Parkı'ndaki çadırları yakan sivillerin görüntüleriydi.

Mahşeri bir kalabalık vardı Taksim'de 1 Haziran 2013 günü.Taksim, Gezi, İstiklal, Sıraelviler, Harbiye, Tepebaşı, Tünel hınca hınç doldu. Taksim Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı'nın hemen her noktasına farklı örgütlerin bayrakları, flamaları asıldı, Hemen her yere sloganlar yazıldı. Gece yarısına kadar Taksim’in çehresi değişti.

Şimdi hem Türkiye hem de Gezi Parkı için yeni bir süreç başlamıştı. Gezi Parkı'na yerleşen eylemciler günlerin yorgunluğunun, gazının, dayağının, şiddetinin yorgunluğunu atıyordu üzerinden. Bir şölen vardı pakta da meydanda da.

Ben de artık eve gidip bir duş alıp uyuyacaktım. Taksiye bindim. Şoför, "bitti mi abi" dedi. Yorgunluktan bayılmak üzereydim ama yine de yanıt verdim.

"Bu daha başlangıç"



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 7

Gezi Parkı'nda fotoğrafçı olmak - 7

Gezi Parkı. Gün gün tüm gelişmeler. 7. Bölüm

Hastaneler yetmiyor

Sırrı Süreyya Önder tedavisinin ardından taburcu edilmişti. Ancak yaralı sayısının çokluğu ve bölgedeki hastanelerin yeterli olamaması nedeniyle Türk Tabipler Birliği geçici bir acil müdahale birimi kurdu.

BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder tedavi gördüğü Taksim İlk Yardım Hastanesi'nin kapısında şunları söyledi sıcağı sıcağına;

“İstanbul Valisi, Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü, sübhaneke tespihi gibi dizilmişler, halkın gözüne baka baka yalan söylediler. Halka saldırdılar. Fas'lı bir kız yaralandı, yoğun bakımda. Faslı kızda mı göstericiydi? Hep yalan söylüyorlar. Bütün şehri gaz alanına çevirdiler. Bunların hesabını soracağız.”

Hava karardı. Yarın 1 Haziran 2013 ve de Cumartesi. Yani ben izinliyim. Eve gidip biraz dinlenmek istiyorum. Ama nasıl?.. İstanbul'u yönetenler her zaman yaptıklarını yapmışlar ve Taksim Metro istasyonunu kapatmışlardı. Hatta Mecidiyeköy'e kadar istasyonlar kapalıydı. İnsanlar işten çıkmışlar ortada kalakalmışlardı öylece. Tıpkı 1 Mayıs 2013'de olduğu gibi. İşkence sadece gazla, suyla olmuyor ulaşımla tüm kentin canına okunuyordu. Metro kapalı olunca o kadar yolu yürümektense eylemcilerle sabahlayıp bir gecelerini görüntülemeye ve gözlemlemeye karar verdim. Ama vermez olaydım.

Taksim'de AKM'nin önünden geçip İTÜ Taşkışla binasına ilerledim. Ceylan Otel'in yanından sağa dönüp Dolmabahçe'ye inecektim. İnönü Stadyumunun hemen yanında yokuşta Harbiye'ye çıkış yönünde yolun ortasına barikat kurulmuş ateşe verilmişti. Yaklaşınca barikatın içinde ters döndürülmüş bir arabanında yandığını gördüm. Araba sivil miydi bilmiyorum. Belli olmuyordu. Arkada Bezm-i Alem Valide Sultan Camii (Dolma Bahçe Camii) önce ateşli barikat bir kaç kare fotoğrafını çekip Dolmabahçe'ye yürüdüm. Bine yakın insan vardı neredeyse. Trafik durmuştu. Beşiktaş'a doğru yürürken İnönü Stadyumu'nun yanından Küçük Çiftlik Parkı'na doğru çıkan yoldan önce patlama sesleri geldi. Ardından yoğun koyu siyah dumanlar yükseldi. Yolu kapatıp orada da bir aracı ateşe vermişti eylemciler. Yönüm Beşiktaş'a yüzüm sola dönükken, "Çekilin. Geri çekilin" diye bağırmaya başladı insanlar. Mahşeri bir kalabalık olanca hızıyla koşarak üstümüze geliyordu. Arkalarında da TOMA'lar, çevik kuvvet polisleri ve gaz bombası yağıyordu üstümüze.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Dolmabahçe sarayının bahçe duvarına tırmandım. Bazıları ezilmemek için çoktan sarayın bahçesinin içine atlamıştı bile. Düşmemeye çalışarak 6 -7 kare fotoğraf çektim doğal ışıkta. TOMA'larda, polisler de durdu. Karaköy yönüne koşan kalabalık bu kez gerisin geri sloganlar atarak Beşiktaş yönüne ilerlemeye başladı. Bu bir süre böyle devam etti. Polisler Dolmabahçe bulvarı girişindeki Başbakanlık Çalışma Ofisi'ni korumaya çalışıyordu. Eylemcilerden bir kısmı da oraya yöneliyordu. Taş ve misket atıyorlardı o yöne.

Fotoğraf çeke çeke Beşiktaş'a doğru ilerliyordum ama bu kez karşı yöne Astsubay misafirhanelerinin duvarının dibine geçmiştim. Tam da Akaretlere çıkan yokuşun başına yaklaşmıştım ki polis dört koldan saldırmaya başladı. Takviye gelmişti çevik kuvvete. Basınçlı su, gaz, cop,, tekme tokat. 50 kadar çevik kuvvet polisi üstümüze doğru koşmaya başlamıştı. Ortam karanlıktı. Burada gazeteci kimliği, kamera falan kesmezdi polisin hızını. Önlerine kim gelirse girişiyorlardı. Geri dönmek istedim ama mümkün değildi. Eylem yapanlar da bırakın kaçmayı sloganlar atıp polise taş yağdırarak ve de yara yara üstüme doğru geliyordu. Tam arada kalmıştım.

Eskiden askerlik şubesi olan askeri yapının kapı boşluğuna sıkışabileceğim kadar soktum kendimi. Tan anlamıyla savaş vardı önümde. Başbakanlık Çalışma Ofisine taş yağıyor, polisler de ardı ardına gaz bombası atıp yaklaşanlara copla, basınçlı suyla, püskürtme gazla girişiyordu. Üstelik Beşiktaş'ın içinden, Akaretler yokuşundan, iskele tarafından akın akın eylemci geliyordu. Bir ara Dolmabahçe yönüne doğru kaldırım boşaldı. Boşalmasının nedeni 2 tomanın birden su sıkarak ilerlemesiydi. Sağlı sollu tomaları siper etmiş polisler de gaz ata ata ilerliyordu. Koşarak çıktım bulunduğum yerden. Çok yaralı vardı yol boyunca. Polis sürekli gözaltı yapıyordu. Ayağı takılan, düşen, vurulan, gaza teslim olan, geride kalan yere çökertiliyor bağırta bağırta hatta kimileri dövülerek elleri arkadan plastik kelepçelerle bağlanıyordu.

Tekrar stadın önüne geldiğimde saat 01:00'i geçmişti. Yani artık 1 Haziran 2013 Cumartesi gününe girmiştik.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Yukarı Süzer Otel yönüne yürüyordum. Yoldaki barikatlar güçlendirilmiş. Ateşler iyice körüklenmişti. Yüzleri bandanalı 2 genç kenara oturmuş sigara içiyordu. Bir tane de ben istedim. Ayaklarımın altı yanıyordu. Sabah saat 09:00'dan bu yana neredeyse hiç oturmamıştım. Gençlerin yanına çöktüm. Cebinden bir paket çıkarttı. İçinde tütün vardı. Sardı bir tane uzattı. Kolunun iç kısmı dikkatimi çekmişti. Cılk yaraydı. Ne oldu dedim.

"Gaz kapsülü abi. Yaktı geçti. Tütün bastık böyle sulandı. Hastaneye gitsek gözaltına alırlar. Sabah ola hayrola."

"Nerelisin?"

"Muş. Sen?"

"İstanbul. gazeteciyim. televizyonda haberleri sunuyorum. Flash TV'de."

Döndü yüzüme baktı ikisi de. Ayağa fırladı.

"Yahu sen şey abi değil misin? Şey. Eeee. Dur söylem. Bulucam."

Barikata doğru seslendi, "Çocuklar. Gelin lan. Bakın kim var burada. Vayy babaa.." Barikatta 2 -3 kişi koşarak geldi. Ben de ayağa kalkmıştım. Tokalaştık. Öpüştük. "Dikkat edin kendinize" dedim. Küçükçiftlik Parkı yönüne doğru yola koyuldum. Karşıya geçebilmem için aşağıya kadar yürüdüm. Nişantaşı tarafından inip Dolmabahçe'ye bağlanan kavşakta da barikat kurmuşlardı. O sırada biir ambulans geldi. Siren çalmasına rağmen barikatı kaldırmıyorlardı. Bu sefer anons başladı ambulanstan. 112'nin değildi, özel sektöre aitti ambulans.

"Gençler, arkadaşlar. Bakın yaralı götürüyoruz açın barikatı."

Yanlarına gittim.

"Çocuklar neden yol vermiyorsunuz. Bakın yaralı varmış içinde."

"Ya abi sen karışma işine bak. Bunlar gaz bombası taşıyor polise."

Donup kalmıştım. "Nasıl yani" diyebildim sadece.

"Nasıl olacak Beşiktaş'ta polisin gazı bitmiş haber verdiler telefondan. Polis geçemiyor hiç bir noktadan. Ambulanslarla taşıyorlarmış gazı."

Çocuklar ambulansa yaklaştı. Arka kapıyı açmasını istiyorlardı. İçine bakacaklardı. Ama ambulansın şoförü manevra yapıp hızla Karaköy yönüne doğru uzaklaştı. Araçta gerçekten gaz bombası var mıydı? Korktukları için mi kaçmışlardı anlamadık. Arkasından koştular ama nafile. Siren çala çala uzaklaştı araç.

Eskiden lunapark olan yere geldiğimde otoparkın bekçileri bekliyordu. Boş bir iskemle vardı. İzin istedim, oturdum. Genç olan bekçi yaşlı olana, "servis kaçta gelir" dedi.

"Servis yok bu akşam. Görmüyor musun olayları?"

"Ben nasıl gideceğim? Saat 2... Keşke gelmeseydim. Bizi düşünen yok ki arkadaş. Nasıl gidersek gidelim. Eşeğiz ya!.."

Artık işverenine mi laf sokmuştu, belediyeye mi anlamamıştım. Teşekkür edip kalktım Nişantaşı'na doğru yürümeye başladım. Takatim tükenmişti. Bacak kaslarıma iğneler batıyordu. Yavaşladım iyice. Nişantaşı'nın içinden 5 kişilik bir maskeli grup aşağıya doğru marş söyleyerek ilerliyordu. 2 tanesinin elinde bira şişeleri vardı.

"Akın var akın, Gezi'nin fethi yakın..."

Tam onlara bakarken arkadan birisi omzuma vurdu. Ödüm kopmuştu. gazeteci arkadaşlardı. Biri de ajans kameramanıydı.

"Taksim'e gidiyoruz. Sen nereye?"

"Dolaşıyorum. Gücüm yeterse eve..."

"Ev nerede abi?"

"Tarabya'da."

"Gidip televizyona yatsana abi. Yürünür mü o yol? Bir bok da kalmadı çekecek artık."



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Köprü geçilmiş...

Nişantaşı'nı geçip Osmanbey kavşağına geldiğimde saatte 3'ü geçmişti. Ortada ne polis vardı ne de insan. Tek tük arabalar geçiyordu Şişli yönüne doğru. Cevahir Alışveriş Merkezi'ne varmıştım. Artık Astoria AVM'nin önüne gelmiştim ama ben de bitmiştim. Hava aydınlanacaktı neredeyse. Arkama dönünce daha fazla otobüsle polisin Boğaz Köprüsü sapağına girdiklerini gördüm. Bir şeyler olacaktı.

Zincirlikuyu'ya yürüyüp neler olduğunu anlayacaktım. Bir şey yoksa bir araç bulup eve geçecektim. Ben Zincirlikuyu'ya geldiğimde hava da çivit mavisine dönmüştü. Köprü tarafından acayip bir gürültü geliyordu. Metrobüs duraklarının üstünden baktığımda yüzlerce, abartısız yüzlerce kişi sloganlar atarak Anadolu yakasından, Avrupa yakasına geçiyordu.

Yüzlerce kişi sabaha karşı yürüyerek Boğaz Köprüsü’nü geçti. Akaretler ve köprü çıkışında müdahale geldi. Çok sayıda yaralı vardı. Eylemciler Beşiktaş üzerinden Taksim’e çıkacaklardı. Barbaros Bulvarı araç trafiğine kapatıldı. Hemen her noktada polisle eylemciler çatışıyordu. Beşiktaş'a kadar indim. Beşiktaş’ta Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde çok büyük önlem vardı. Adeta polisten kale suru örülmüştü. Bunun üzerine Akaretlere yönelen eylemciler oradan Maçka üzerinden Taksim’e gitmek istiyordu. Daha birkaç saat önce geçtiğim Nişantaşı dahil hemen her noktadan polis biber gazı ve TOMA'larla eylemcilere müdahale ediyordu.

Önce Harbiye'ye çıktım. Tam Pangaltı'nın köşesindeki lüks otelin karşısında gençler yolu kesmiş ve araçları geri çeviriyordu. Askeri müze yönünde barikat kuruluyordu. Malzeme taşınıyordu. Bank, çiçeklik, kalas, kepenkler, odun. taş... Henüz bu noktada polis yoktu. Ama geldi. Radyo evi önünden ters yöne girmiş bir toma su sıka sıka Harbiye'ye doğru geliyordu. Arkasına takılmış çevik kuvvet ekipleri de gaz ata ata ilerliyordu üstümüze doğru.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

İçlerinde 1 tane bile eylemci bulunmayan insanlar neye uğradığını şaşırmış bizim üstümüze doğru koşuyordu. Ne bir uyarı ne de anons. Tatil günü evlerinden çıkanlar da yakalanmıştı gaza ve suya. Dolapdere'den yukarıya çıkan tüm ara sokaklara otomatiğe bağlamış gibi gaz bombası atılıyordu. Ben de Kasımpaşa üzerinden yukarı çıkmak için tam o yöne girmiştim. Merdivenlerden koşarak gazdan kaçan eylemciler ve vatandaşlardan 2'si bana çarpıp düştü. Bende yuvarlanmıştım. Altında kot pantolon olan ama üstüne hiç bir şer giymemiş yüzü gözlerine kadar kırmızı bezle sarılı genç düştükten sonra hızla kalktı. Döndü bana baktı. Koşarak yokuş aşağı Kasımpaşa'ya doğru gözden kayboldu.

Tekrar caddeye çıktım. Kaldırımlar yere düşmüş, çökmüş, oturmuş öksüren, aksıran, ağlayan insanlarla doluydu. Göz gözü görmüyordu atılan gazdan. Polis neredeyse her noktadaydı. Eylemciler de sokak aralarından bir gözüküp bir kaybolarak adım adım Taksim'e yaklaşıyordu. Ambulans sirenleri patlama seslerine karışıyordu. Divan Otel tarafından geçmeme olanak yoktu. Yüksek noktadan direkt üzerimize geliyordu gaz bombası kapsülleri. Bir de "tırrttt... Tırttt" diye bir ses duydum ardı ardına. Salak salak sesin geldiği yöne bakarken birisi sırtımdan bastırdı.

"Yere eğil. Yere eğil. Plastik mermi bu. Başını koru."

İri kıyım siyah fanileli, ellerinde sarı renkli inşaatçı eldiveni bulunan başı beyaz baretli bir gençti. Baretinin arkasında "Diren" yazıyordu. Koşarak Habertürk'ün altına inen caddeye daldı. Bir yandan da elindeki taşı tam köşedeki Point Otel'in önünde bekleyen polislere fırlattı. İki büklüm koşarak polislerin arkasına geçtim. Habertürk binası önünden Taksim'e girdim. Yine gri renkteydi Taksim. Hemen her sokak başında çatışma vardı.

Gösterilere katılan 20 kişilik Ülkücü gruba da polis müdahale etti. TOMA'nın önüne geçip polise tepki gösteren gruba polis gaz bombası yağdırdı. Ara ara durum sakinleşiyor. Polis de göstericiler de dinleniyor. Ardından müdahale yeniden başlıyordu. Çok yaralı vardı hem de çok. Yaralananlar ambulanslarla, battaniyelerle elde taşınarak hastaneye yetiştiriliyordu. Gezi Parkı girişindeki çevik kuvvet sayısı neredeyse 3 katına çıkmıştı. Galatasaray'a doğru ilerlediğimde çatışmaların burada çok yoğunlaştığını gördüm. Hava aydınlanınca caddenin hali de ortaya çıkmıştı.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Vatan haini!..

Tam Galatasaray Lisesi önündeydim. Polisin gazı bitmişti. Üzerinde hiçbir yazı olmayan beyaz renkli kapalı kasa, bir kamyon geldi. İçinden 3 kişi indi. Polisler kamyonun kasasının açık kapısına üşüştüler hemen. Kutu kutu, koli koli gaz indiriliyordu kamyondan. 5'er kiloluk boya kutuları gibi plastik, yuvarlak kutuların kapakları açılıyor içindekiler polislere dağıtılıyordu. Makinemi kaldırdım tam deklanşöre basacaktım ki karşıda kalkanıyla 2 polis dikildi. Bana dokunmuyorlardı ama kalkanlarıyla perdeleme yapıyorlardı. Sonra omzunda tek yıldız olan bir polis geldi.

"Neyi çekiyorsun? Bizi mi? Vatan haini misin sen?"

Cümle aynen buydu, "Vatan haini misin sen?" Sonra da telsizini sallayarak indir o makineyi dedi. O sırada kamyon çoktan yükünü boşaltıp ayrılmıştı meydandan. Sinirlerim bozuldu. Mesleğimi yapmam engelleniyordu. Bir şey yapamıyodum. Karşılık veremiyordum. Vermek de istemiyordum aslında. Bu dil dil değildi. Sorunun çözümüne değil büyümesine yol açardı. Gazeteciydim ve öyle de kalacaktım. "Neden engel oluyorsunuz. Ben gazeteciyim" dedim. Aldığım yanıt günlerdir duyduğumdan farklı değildi;

"Ya yürü git. Hadi, uzaklaş buradan."

Bir de azar işitmiştim. Tünel'e doğru yürürken Nazım Hikmet'in şiiri gelmişti aklıma. Babam öğretmişti bana bu şiiri. Onu söylemeye başlamıştım.

Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

İnsanlar dönüp bakıyorlardı. Kafasının üstüne taktığı gaz maskesi, boynunda fotoğraf makinesi, ayağında kirden, tozdan, yediği gazdan leş gibi olmuş kot pantolon. Buruş buruş ve ilaçlı suyun kurumasıyla lekeler içinde kalmış tişörtüyle tam bir, "Çapulcuydum" artık. Ve "vatan haini" ilan edilmiştim az önce...

Dönmüş bu yaftayı boynuma takmaya kalkan polise doğru bağırıyordum;

"Hadi gel de al. Ben vatan hainiyim. vatan hainliğine devam ediyorum..."

Birisi koluma girdi arkadan. Hah tamamdı. Sıra bana gelmişti işte.

"Gel buraya oğlum. Manyak mısın sen?"

Arkamı döndüğümde serbest fotoğrafçı bir arkadaşımdı. Beni bir sokağa soktu. Sonrada çapraz başka bir sokağa. Bir sigara verdi. Sakinleşmiştim. Kahvaltı yapmak için bir mekana oturduk. Televizyonda haberler vardı. Başbakan Erdoğan konuşuyordu.

"Ben istersem 1 milyon insan toplarım" ve "Oraya dediğimiz projeyi yapacağız" diyordu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.



Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013

Yazar: Yalçın Çakır

-----------------------